Tuesday, August 25, 2009

PSİKOLOJİK HARBİN "AHLÂKSIZLARI!"

Sorhan


Tekrar: "İBDA-C" terkibindeki "C", askeri bir anlamdan ZİYADE, evvelindekinden -"İBDA"- anlaşılarak ortaya konulanı işaret eder; İbda anlayışını benimseyen, benimsediği anda "C"dir, bu ister tek kişiliktir, ister dostlarını bulduğu anda birçok kişiden oluşan bir "birlik" hâlindeki "C"dir ve faaliyet alanının seçimleri de "keyiflerince"dir. "C"nin bu şekildeki tezahürü ve inşaı, -her anlamda ve HER YERDEN gelebilecek olan- "provokatif" gelişmeleri, elbette engellemeyemez fakat teşhis ve tesbit eder. İbda'nın bugüne kadar TEMİZ ve LEKESİZ olarak gelebilmesinin en önemli sebeblerinden birisidir "C"! Bunun hemen yanında ve ayrılmaz parça da, Anlayış'ın, tabiatiyle hemen ilk elde muhatabına verdiği hem fikrî hem de şahsî AHLÂK'dır. İbda bağlılarının "hâdiselere" olduğu kadar kişisel hayatlarında kendilerine yön veren, bunlardır. Bu sebebledir ki, bu Hareketin içinden, ister İslâmî, ister laik, iste milliyetçi siyasetlerin içinden çıktığını gazetelerde, televizyonlarda gördüğümüz, meselâ, dernek-vakıf kurarak buralardan elde edilen varidatı kendi şirketlerine aktaranlar, özendiği çevrelere yaranmak için "başı açık hanımlarla" evlenenler, ihaleler alarak kendilerini "satılık"a çıkaranlar, hotumculukla yaftalananlar, Avrupa memleketlerinde bekleyen dosyaları ile uyuşturucu kaçakçılığı ithamına maruz kalanlar, velhasıl "yüz kızartıcı suç" işleyenler BULUNMAZ!

Niye? "C" esprisi, bunları (sadece maişet ile alakalı değil siyasi olarak hatalı veya yanlış anlayış ortaya koyanları), bu fiilleri işleyenleri, sadece kendi çıkarını-menfaatini düşünebilecek kadar egoist olanları İbda çatısı altında bulunmasını engelleyici bir "teşhis aleti"dir!

Gazetelerde Ergenekon meselesi ile alakalı olarak birtakım yazılar çıkartılıyor bazen; buna göre "İBDA-C"nin de Ergenekonla ilişkileri varmış!!! Bu sayfalarda Ergenekon meselesi ile alakalı olarak neler yazdığımızı okumuyorlar diyelim ama bu iğrenç karalamaları kaleme aldıranlar bilmiyorlar mı, bizim bu Rejimle, Ergenekon ile aramızda KAN VAR! İki şehidimiz var cezaevlerinde, Ergenekon'un doludizgin olduğu dönemlerde verdiğimiz mücadeleden! 3000 askeri üzerimize imha edilmemiz için Metris ve Bandırma Cezaevlerinde gönderen, ama bunu beceremeyen, beceremeyince bizleri cezaevlerinde ağır koşullara mahkûm eden, Salih Mirzabeyoğlu'nu 10 senedir "Kemalist ideolojiyi kurmasi için" beyin kontrolu işkencesine tutanlarla; ismimizi, Ergenekon denilen din ve vatan hainleri ile "işbirliği yapanlar" arasında göstermek alçaklığında bulunanlar, önce kendilerine baksınlar! Biz, lekesiziz! Kalem oynattıkları gazetelerin "patron"larına, maaşlarını veren adamlar hakkında ortaya atılan bilgilere, belgelere baksınlar önce! O şirketler, o gazeteler, o holdingler nasıl kuruldu, anlattırmasınlar bize! Buradan diyoruz ki, kendi aranızdaki (ve netice olarak "anlaşma" ile bitirileceği aşikâr) kavganıza adımızı, ismimizi, zikrimizi KARIŞTIRMAYIN! Sizin kavganızda taraf DEĞİLİZ! Zorunlu bu satırlardan sonra "mukaddime"ye başlayalım!



At izi iti izine karışınca, sapla samanı karıştırıp üç köfteyi beş kuruşa yeme uyanıklığını göstermek isteyen, milleti kendi gibi "sersem" sananlar, "iktidar" sahibi olduğunu ancak "el ile istimna" ile gösterebilecek "kadar" erkek olanların, "malum fiil"i gerçekleştirirkenki iştahlarına benzer ne mal olduğunu belli eden çığlıklara! misâl yazılarla ortaya çıkıyorlar. Ve ne gariptir ki bunları yapanlar "kefere" takımının, Taraf'ın, Birgün'ün "elemanları" değil, "bizim mahalle"nin teyze-adamları!

Şimdi malum Ergenekon Terör Örgütü iddiasiyle devam eden bir mahkeme, devam eden gözaltılar, bunlarla birlikte ele geçirilen belgeler, evraklar, teknik takib ile elde edilen bir sürü ses ve görüntü kaydı mevcut; insan(ımızın) "röntgenci" tarafına oynanarak, iddianameden, iddianamedeki sorulara verilen cevablardan ziyade, ilgili ilgisiz kaydı yapılmış bulunan (meselâ, merhum bir siyasetçinin oğlu ile, kendisinin de yargılandığı davanın bir başka sanığı ile evlenen svastika'lı gazeteci kadın arasındaki bir ses kaydında, "grub yapmalıyız... azdım.." gibi konuşmaların medyaya "servis" edilmesinin dava ile ne ilgisi olabilir? "Grub seks" yapacaklarsa, eğer bu suçsa, iş üstünde basar "grub" olarak içeri tıkarsın; ama bu insan "grub"dan değil "darbecilik"den yargılanıyorlar ve hatta o eski siyasetçinin oğlu hiçbirşeyden yargılanmıyor! O hâlde? "Bugun ona, yarın SANA!") ses ve video dosyaları devamlı olarak servis ediliyor ve "ortam" oluşturuluyor. Tabiî bu dosyalar, karşıtlarının kendilerine verdikleri isimle "yandaş medya yazarlarınca" da köşelerinde "makale" konusu oluyor. Bazen de esprili yazı yazmak için olmadık sahneler hayalden uydurularak millet etkilenmeye çalışılıyor.

Bunlardan birisi de 29 Temmuz 2009 tarihli Zaman'da A. Turan Alkan tarafından "Dünya Hilafet Devletini nasıl kurduk?" başlığı altında kaleme alınmış. Malum, yazının yayınlandığı günlerde altı şehrimizde yapılan polis baskınları ile "Hizbut-tahrir Örgütü" iddiasiyle 100 civarında insan gözaltına alınmış, sansasyonel büyük eylemler yapacakları iddiası gazetelere zanlılar savcılığa çıkarılacakları gün sızdırılmış ve fakat ne garibtir ki, Ankara’da üç-beş kişi hariç, hatta Bursa'da Emniyet binası önündeki arbedeye rağmen gözaltına alınanların hepsi serbest bırakılmıştır! "Hizbut-tahrir"in yayın organı "Köklü Değişim Dergisi"nden operasyonlar gerçekleşirken yapılan açıklamada, "birkaç gün sonrası için salonu da kiralanmış bir toplantının yapılmasının planlandığını, fakar Valilik'in buna izin vermediğini ve tam o esnada da gözaltıların olduğunu" beyan etmişlerdir; toplantının ise, dünya Hizbut-tahrir örgütünün bu hafta içinde her ülkede yapmayı planladığı resmi başvurulu siyasi toplantılar silsilesinin Türkiye’deki faaliyeti olacağını da söyleyip, durumu kamuoyuna açıklamışlardır.

Şimdi Hizbut-tahrir'in savunması değil derdimiz; siyasî, itikadî birtakım meselelerde çok farklı bakışlara sahib olduğumuz bellidir zaten; mesele-sorun, "yandaş medya" denilen grubun kendi karşıtı HERKES VE HERŞEYE karşı İLKESİZ, BARBAR bir saldırısını tesbit ve teşhis! Ergenekon isimli dava sebebiyle içeri tıkılan veya gözaltına alınan veyahut alınmayı bekleyenlerin ekserisi, Kemalist, Ulusalcı ve elbette bunlar ellerine fırsat geçse İslâmî ve müslümanları yeryüzünden silecek tipler; normal olarak, bunların, demokratik bir idare içinde bulunmamaları, yazdıkları ve planladıklarından ötürü derdest edilmeleri gereklidir, ki Ergenekon isimli davanın, (madem demokratik bir idarede yaşıyoruz!) bu anti-demokratik ve fazlasiyle oligarşik kitleyi muhakemeye çekmesine -bizim gibi!- "normal adli fonksiyon" göziyle bakarak sessizlik içinde karşılamak başka birşey, "memlekete demokrasiyi ve özgürlükleri yaygınlaştırmanın önündeki darbeci zihniyetin derdest edilmesi" diyerek bu davadan memleket ve müslümanlar hayrına birşeyler çıkacağını zannetmek ve en önemlisi ZANNETTİRMEK bambaşka birşey! Birincisi saflık, ikincisi ise saflığından dolayı ise ahmaklık, değilse İHANETDİR!

Bunun böyle olduğu, bahsettiğimiz yazıda (ve o grubun yazdıklarında) oldukça aşikâr bir şekilde ortaya çıkıyor. A.Turan Alkan'ın yazdığı yazıda, "Hilafet isteyenlerin", üç-beş kişi olduklarından dem vurması bir yana "Hilafet" mevzusunun ve bunu isteyenlerin "karikatürleştirilmesi" ve arkalarında İsrail'in olduğunu iddia etmek gibi, müslümanca bir "anlayış"a sığmayan ifadeler mevcut. Kendi hâllerinde İslâm'ı karikatürleştiren, "istihza" ile bakılmasına sebeb olanlar (kafasına "Barby Bebek", odasına Atatürk resmi asan, jet-sky meraklıları meselâ!), "Hilafet" deyip de bunu sadece "kurum" olarak düşünen, düşündüğü de sadece "Hilafet istemek" olan, ideolojik bir altyapısı olmayanlar elbette mevcut; Zaman gibi "nur kökenli" bir gazetede kalem oynatan birinin, belki Cumhuriyet gazetesinde görülmesi normal karşılanması gereken müslümanca hassasiyet ve ahlâkdan yoksun bir yazıyı kaleme alması, buna bir de -boşanıp tekrar evlenen, teknoloji delisi- Ertuğrul Özkök kopyası genel yayın yönetmenin onay vermesi apayrı bir mesele! Bir, sorun!

Şu yazdığı iğrençliğe bir bakın:

"- Senin aklım ermez oğlum; bak kapatıyorum, harçlığınız var mı harçlığınız? Bugünlerde bir iki eylem patlatmamız lazım, arkadaşların moralini yüksek tutun. Seneye kalmaz kuruyoruz Dünya Hilafet Devleti'ni. Seni de Ümraniye sorumlusu yapıyoruz ha; konuştum merkezle, tamamdır dediler, ona göre...

- Abi büyüksün; ellerinden öperim abi; ben şimdi bir koşu pankartçıya gidiyorum hemen..."


Burdaki "merkez", "karanlık bir servis" ve "ülkesi" elbette; bu da tahminen, bu yazıyla aynı minvalde aynı gün ortaya çıkan, polis tarafından servis edildiği besbelli "teknik takib" kayıtlarına göre, (aşağıda bahsedeceğimiz sorumlu yazarın yazdıklarına göre de) İsrail; Zaman'daki habere göre, Hizbut-tahrir'in "beyni" olan kişi İsrail'den talimatları veriyormuş ve "İsrail'in Hilafeti getirmek isteyen bir kişiye müsaade vermesinin ilginç olduğu da" belliymiş!

Bu "ilginç"lik üzerinden gidelim o hâlde; Fetullah Gülen'in oturma süresi bitmesine rağmen ABD'de oturmasına izin verenler, onu ta buradan "kaçışı"nda kabul edenler, ardından oturma vizesi için dilekçeye imza atanlar arasında kaç tane CIA çalışanı, İsrail'li, musevi, Evanjelik mevcut? "İlginç" değil mi bu? Buradaki Musevi Cemaati devamlı hayr-hah bir şekilde FG'yi yadeder, öldürülen Üzeyir Garih devamlı Stv'de boy gösterir, Mossad'ın Türkiye Şefi olduğuna dair bir sürü iddiaya muhatab Kamhi ailesiyle "gül gibi geçinirken", bir başkasının aynı şekilde olup olmadığı da meçhul ilişkisine "ilginç" demek en basitinden "yavuz hırsızlık"dır, ayıptır! Suratı kızarır insanın; normal olarak!

Yazı o kadar iğrenç ki, bir kaç dünyevi ("harçlık") ve dini ("Hilafet'in Ümraniye sorumlusu") menfaat karşılığı insanların aldatılarak (veya kandırılarak) n'idüğü belirsiz "merkez"ler için kullanıldığı (aslında bu da insanımıza hakaretdir; menfaat karşılığı herşeyi yapmaya hazır egoistler olarak tasvir ediliyorlar; demek ki herkesi kendi gibi görenlerden bu yazar, Akif'in dediği gibi!) iddia ediliyor Alkan tarafından; bu, müslüman hassasiyetinden zerre kadar pay almamış olan adama, "gazetenin imamı" Ahmed Şahin'e bir uğramasını, ona "abileri... abi evlerini... gurbetdeki alp-erenleri... mahalle ve semt sorumlularını" sormasını, (isterse biz de anlatırız, hatta "Ümraniye sorumlusu"nu bile söyleriz, olmadı Merter'e kadar uzanır, Güllü'deki "salı toplantıları"ndan bahsederek "aydınlatabiliriz" de!) ondan sonra "dinî ve dünyevî menfaatlerle insanların aldatılmasından" bahsetmesini tavsiye ederiz ama hiç mi hiç tavsiye alacak bir surat gözükmüyor köşesindeki foto'sundan! Veya -artık tekrarlana tekrarlana ezberlenen- şu yazdığın gazetenin GERÇEK ABONE sayısını, parasını bilfiil kendi ödeyerek abone olanların kaç kişi olduğunu öğrenmesini, hayali rakamlarla abartılmış tiraja bakıp "hocfendinin tesiri ne kadar büyük" diye kendi kendine "istimna" yapmamasını ve böyle yazılar yazarak da havalanmamasını, tavsiye ederiz! (Yoksa, entel genel yayın yönetmenine mi inanıyorsun, verdiği abone rakamlarını "gerçek" mi sanıyorsun? Kanıtlamak o kadar kolay ki "sahte abone" varlığını!)

[Menfaat mi dediniz! 28 Şubat sürecinde kim Çevik Bir'lere yalvar yakar oldu? Kim "yıkama-yağlama edebiyatı" yaptı? Kim -daha geçtiğimiz senelerde- üç-beş "salçacı şakird" ile İsmailağa'nın "Merkezi"ni "abluka" altına almaya kalkışıp, "cemaat-cemiyet"den hastanelere devamlı yatırtarak "lanetli işleri" yapmaya kalkıştı? Kim, o "Merkez"in ağzından çıkmayan kelimeleri, O'nunmuş gibi gazetelerinin manşetinden vererek "psikolojik harekât" yapmaya kalkıştı? Kim O'nu Fatih'den uzak yerlere "abluka" altında götürüp getirerek, oranın dışında bir yerlerde "mesken" tutmaya alıştırmaya çalıştı? Kim? Ve neden? Yunanistan'da açılacak bir "Türk okulu" karşılığı Heybeliada'daki "papaz mektebi"ni açma sözü verilerek "anlaşma" yapılan "fesad ocağı"nın bundaki tesiri ne olabilir acaba? "Fesad ocağı"nın tam tepesinde bir kılıç gibi dikilen kurs binaları orda olmasa, Fatih'in ne hâle geleceğini hiç düşündün mü ve hadiselere bu gözle baktın mı hassasiyetsiz? (Zaman'in ve genel yayın yönetmeninin neredeyse partneri olacak Hürriyet ve Ertuğrul Özkök'ün "esas patronu"nun Rahmi Koç olduğuna dair iddialar ile, Koç'ların Patrik'in elini öpüp durması?!)]

Alkan bunları yazarken, gazetenin idarecilerinden Mehmet Kamış, "Hizbüttahrir Tiyatro A.Ş." isimli yazısiyle "sirkatin söyleme..." fiilini gerçekleştiriyor! "Tarih boyunca "şeriat isteriz, hilafet isteriz" diyen her çıkış sadece provokasyon ihtiva ediyordu" denilen (o hâlde, Abdulhamid Han'a "şeriat ve hilafet" teklifinde bulunan, FG'nin "öncülü" Afgani'ye nasıl baktığını da bir söylesene?) yazısında, "Neredeyse yüzyıldır "şeriat isteriz" oyunu oynanıyor bu ülkede. Ceberrut bir yönetim ile ülkeyi yönetmek isteyenler, önce elebaşları tiyatrocu olan "şeriat isteriz"ci toplulukları ortaya döküyordu. Ama işler bugün eskisi gibi kolay olmuyor. Bugün bu şeriat isteyen tiyatrocuların bağlantıları çok daha kolay çözülüyor. Hizbuttahrir örgütünün Ergenekon ve İsrail bağlantıları teknolojinin sunduğu imkânlarla bütün çıplaklığı ile göz önüne döküldü... Korkarım bundan sonra bu ülkede psikolojik harb uygulamak isteyenlerin işleri hiç de kolay olmayacak. Her şeyden önce... teknolojik imkânla... suçları anında deşifre eden bir emniyet teşkilâtı var. Hem daha önemlisi, davalara bakan hâkim ve savcıların HSYK operasyonu ile görevden uzaklaştırılması da mümkün görünmüyor. Çünkü bundan sonra bütün kamuoyunun gözü HSYK'nın üzerinde ve atamalarında olacak. Türkiye hızla çağdaş, demokratik bir ülke haline geliyor. Psikolojik harp çetelerinin bu ülkede işleri çok zor artık." diyor.

Kendi yazısının, gazetesinin ve Stv'nin tüm yaptığının en acımasızından "psikolojik harb" olduğunu bir kenara koyalım, kendi yazarı Alkan'ın insanımızı "dinî ve dünyevî menfaat karşılığı herşeyi yapan egoistler" olarak zımmen yaftaladığı ortadayken, psikolojik harbe gerek yok ki, üç-beş lira zam, bir kaç çuval kömür, poşetlerle gıda yardımı ile "egoist insanımız" hemen "vatanı satar" zaten! Teknik takib ile kimlerin kimleri dinlediği ve hep "papaz pilav yemez" atasözünü hatırlatır günlerin gelebileceği ayrı mesele, teknolojik kanıtların "kanıt" olabilme durumları da apayrı mesele olarak orada dursun, "tiyatrocu" olarak özellikle bir "hocfendinin" Sultanahmet Camii vaazını dinlemesini tavsiye ederiz, meselâ "oyun" görmek istiyorsa! Kamış'ın yazısında belki bilerek belki -çok kuvvetli ihtimâl- bilmeyerek bir gerçek kapalı olarak ifade ediliyor: Bürokrasi ve Emniyet içinde artık büyük ölçüde yapılanmışlar! Daha bir kaç ay evvel, "kanunî hiçbir zorlaması olmayan kurum" diye yaftaladıkları HSYK'nın "önünü kestikleri"nden "kamuoyunun takibi" altında kalacağından bahsediyor ki, bu da bir "psikolojik harb tatbiki"; HSYK'nın belini kıramadıklarının ayan ve beyanı, toplantının hemen ardından Bakan ve Müşteşarı hariç sekiz üyesinin toplu açıklamada bulunarak ateş püskürmesidir; aynı Anayasa Mahkemesi'ndeki durum gibidir halleri: Başkanı ele geçirilmiş olsa da (tabiî ki o başkan "malum sebebden" elleri ayaklari bağlı durumda!) ekseriyet "karşı tarafda!"

Aslında bu durum, M. Kamış'ın "Türkiye hızla çağdaş, demokratik bir ülke hâline geliyor" lafının aksine, hızla kutuplaşıyor, hızla "adamına göre muamelecilik artıyor", hızla Devlet çarkı "parçalanıyor", deme hakkını veriyor! Bunların yöntemleri oldukça "tanıdık": Bürokrasiyi ele geçirmek, sızmak, bunun için her türlü yola (şantaj da dahil!) başvurmak, polisi kuvvetlendirmek, askeri güçlere polis kozunu oynamak, eldeki güçle rakiblerin her hareketini (kanunî-gayri kanunî teknik takible) gözlemek vs. Furkan'da hep söylediğimiz gibi, Ergenekon mevzusunun memleketimizde yaşayanların "arzusu" ile yapılıyor olması gibi bir durum sözkonusu değil. Sadece şunca senedir ülkeyi yöneten, millete hayatı zehir eden yönetimin, "yeni dünya düzeni"ne uyum sağlayamaması, direnmesi, yöntemlerini değiştirmemekde ayak sürmesi üzerine, gelenlere "demokratik kahramanlar" nişanı verecek şekilde rezilane bir biçimde "tasfiyesi" sözkonusu; kuralsız, kuralların kendine göre tatbik edildiği, halkın çıkarını-menfaatini değil, kendi "iktidarlarını" düşünen iki grubun kavgası! Bu iki grubun kavgası, olur ya birinden birinin başarısı ile neticelenir, Ergenekon'dan ötürü içeri tıktıkları, ordan çıkıp durumlarını düzeltirlerse ülke mezbahaneye dönecektir kuşkusuz, öteki ekip kazanırsa da tıpkı birbirlerini de fişleyen, dosyalayan Gestapo-Nazi'ler gibi -M. Kamış'ın övünüp durduğu teşkilâtla!- tam bir polis devletine! Bugün dinlemeler ile geçirilen bilgilerin "yarın" nasıl kullanılacağından kim, nasıl emin olabilir?

M.Kamış ne diyordu, "ülke hızla çağdaş demokratik bir ülke hâline geliyor", niye? Çünkü, "çağdaşlığın ve demokratikleşmenin" önündeki "engeller" kaldırılıyor bu operasyonlar ile! Geriye doğru bakmasını, şöyle bir 10- 15 yıl geriye doğru kendi yayınını-gazetesini kontrol etmesini tavsiye ediyoruz! (O kadar çok tavsiye verdik ki, birine uysa kurtulur!) Bugün darbecilerin yargılanmasını, "devletlu zihniyetin yıkılmasını", "Kürt sorununda açılımı", özgürleşmeyi savunanlar 12 Eylül'ün "Beşibiryerde"sine "alpaslan mizaçlı" diye salya sümük "yağcılık" yapmışlar mıdır? Başörtüsü mücadelesinde (80'lerin sonu, 90'ların başı) "başınızdaki habeşli bir köle olsa da uyunuz" diyerek "efendisinin sesi"ni oynamışlar mıdır? (26 Kasım 1989 günü İzmir Hisar Camii’nde ve otuz beş camide birden yayınlanan vaazında, başörtüsü eylemini eleştirerek, "bunun arkasında dinsizlerin ve komünistlerin olduğunu" söyleyerek "devlete itaat", yani 12 Eylül Faşizmine itaat isteyenler kimdi?)Susurluk için söylenenleri "devleti komünist taktiklerle yıpratmaya çalışıyorlar" denmiş midir? 92-95 yıllarında "faili meçhuller" hakkında yapılan yayınları "bölücülerin tahrikleri" diye nitelemişler midir? 28 Şubatçılara selam çakmışlar mıdır? Faili meçhullerin beyinlerini kendi gazetelerinde yazar olarak barındırmışlar mıdır? Dün terörist dedikleri, "bölücü" dedikleri ile bugün oturup konuşmaya ve suçu da "Ergenekonculara" atma faaliyeti başlamış mıdır? Bu (ve benzeri nice soruların) cevablarını verin önce ki, ardından söylediklerinizi, "bunlar yanar döner, rüzgar gülü" demeyelim ve karikatürize ederek yazdıklarınızı değerlendirme kıstasları elde edelim!

"Demokratikleşme" mi diyorsunuz, "ülke hızla çağdaşlaşıyor" mu diyorsunuz, 15 sene oldu, "CUMHURBAŞKANINA AÇIK MEKTUB" yazdık, posta ile de gönderdik, Salih Mirzabeyoğlu'nun Telegram metoduyla işkenceye tabi tutulduğunu söyledik, bugün gazete manşetlerinizde Ergenekon sanığı ile "çay içti" yollu basitliklerle yerlebir etmeye çalıştığınız Ali Suat Ertosun'un idaresindeki Cezevleri idaresinin buna çanak tuttuğundan bahsettik, bilgi verdik, daha da verebiliriz dedik ve bilgi istedik, bu ülkede "dilekçe hakkı" vardır, dilekçeye menfî veya müsbet bir cevab verme zorunluluğu vardır, 1,5 senedir tek satırlık bir cevab alamadık ve Telegram hâlâ devam ediyor! Bize cevab verilmediği, orada Telegram işkencesi devam ettiği müddetçe bu ülkede "hızla çağdaşlaşma, demokratikleşme olduğu" iddiası bizi ve halkı aldatmak olarak anlamlanacaktır sadece! Çağdaşlaşma ve demokratikleşme mi? A. Suat Ertosun yönetiminde İBDA ve sol siyaset tutsaklarına karşı yapılan "NOEL BABA ve HAYATA DÖNÜŞ OPERASYONLARINI"n gerçek yüzünü ortaya koyun! Bize, İbda'ya karşı yapılan operasyonun isminin "Noel Baba Operasyonu" olmasının, saldıran zihniyetin bize nasıl bir istihza ve hangi kaynaktan beslenen bir anlayışa sahib olduğunu ortaya koyması bir yana, yukarıda bahsettiğimiz A. Turan Alkan'ın yazısiyle olan "istihza anlayışı" paralelliğine de bir bakın!

Hilafet isteyenler, "merkez"in menfaatçileriymiş!!! Ülkemiz, hızla çağdaşlaşıyor, demokratikleşiyormuş!


Çağdaşlaşmayı, "sonradan görmelik ve 'aşağılık' psikolojisi" ile, kendi memleketinde, Ergenekoncularla nasıl içli-dışlı olduğu belli Türkcell'in görüntülü telefonunu yayın kurulu toplantısında kullanarak ve utanmadan bir de bunu gazetesinde yayınlayarak, mahalleye ilk defa gelen siyah-beyaz tv'yi ağzı açık ayran delisi gibi seyredenlere benzer sahnelere bakarak "teknolojik gösteri" olarak değerlendirenlerin ve idare ettiklerinin, bu memlekete zerre kadar hayrı olamaz!

Demokratikleşiyormuş!

NFK ile başlayan bir mücadele, 40 seneye yaklaşan bir süreçle, "devletlülere" hiçbir zaman prim vermeden, "statüko"ya veya "yeni statükoya" yanaşmadan sürüyor. Ülkenin "bu günkü" durumunda, "liberallerin" değil, terörist denilen BİZLERİN mücadelesinin payı vardır, liberal-yumoş sürüsü ancak parsa avcısıdır! Bu açıdan, bu ülke ilerliyor-hızlanıyor laflarına gerek yok!

Psikolojik Harb mi?

12 Eylül Cuntasına nasıl karşı durduysak, 28 Şubatçıları nasıl engellediysek, Darbecileri de "diğerlerini" de Allahın izniyle durduruz! BİZ ne istersek o olur bu ülkede! İstediğimiz, ÖNCELİKLE, Salih Mirzabeyoğlu'nun EMNİYETİDİR! İŞKENCENİN SON BULMASIDIR! Bu olmazsa, bu ülkede hiçbirşey olmaz!

Sözümüz, budur!

Not: İstihza ile baktıkları "Hilafetçiler", hiç değilse laf da bile olsa dini bir şey istiyorlar, bir isteklerini, gayelerini açıklıyorlar, şu veya bu şekilde müslümanlıkla ilişkilerini ortaya koyuyorlar. Ya bunlara istihza ile bakanlar? "Demokratikleşme!" Bu mu? "Kürt" olduğu için Said Nursi Hazretlerine bile kötü gözle baktığını uzak durduğunu söyleyen adamın gazetesi, bugün Erbil'de "Kürt Konferansı" tertibleyip, Irak'ın üçe parçalanmasının "aleti" olabiliyorsa, aynı günkü gazetede "gazetenin imamı" olan zat "bizde ya hep ya hiç yoktur, bir yerden başlamak lâzım" gibi hem o lafı anlamadığını (imam efendi, sen o düsturu şiar edinirsin ve o şiarla işe başlarsın, yaptığın "hep"indir senin, bunu da mı anlamıyorsun?) hem de ne derece akılsız olduğunu ortaya koyabiliyorsa, bunların yaptıkları, "sürünmek"dir, "merkez"in isteklerini "safha safha" yapmaktır, yani n'idüğü belirsiz "çağdaşlaşma"dır. Hayrlı olsun!

Bu yazı, Furkan Dergisi'nin web sayfasinda yayınlanmıştır.