Monday, December 18, 2006


Tarihî, Hukukî, Siyasî Cihetleri ve (Jeopolitik)iyle

BAŞYÜCELİK DEVLETİ

-Arz’ın Halife’ye Hediyyesi olan Kudret-

SİNAMİ ORHAN


"İslâm dünyasının bugün derece derece benimsemesi, benimsetmesi ve kavgasını yapması gereken husus, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nı reddetmek; bizim için de buna ek olarak Avrupa Ortak Pazar’ına girilmesine şiddetle karşı çıkmaktır... Bunun, başkasının “ol!” dediği şeye sadece “olmam!” demekten ibaret aciz bir tavır belirtmemesi için tek tezi de, bizim “Başyücelik Devleti” modelimizdir; yani, Büyük Doğu-İbda anlayışının otoritesini benimsemek ve hâkim kılmak!..”

Salih Mirzabeyoğlu

Başyücelik Devleti –Yeni Dünya Düzeni- (s. 223)

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ: COĞRAFYA’DAN ARZ’A BİR GEREKLİLİK: “BAŞYÜCELİK DEVLETİ”

I. KISIM:

· Siyasî Coğrafya ve (Jeopolitik)

· (Jeopolitik) Nazariyeler

-Hayat Sahası Nazr., Kara Hkm. Nazr., Kenar Kuşak Hkm. Nazr., Deniz Hkm. Nazr., Hava Hkm. Nazr.

· Siyasî Coğrafya Açısından Anadolu Kıtası (Anadolu Jeopolitiği)

-Anadolu’nun Coğrafî Mevkii

-TC’nin Kara Sınırları

-TC’nin Deniz Sınırları

-TC’nin Sınır Meseleleri

· Anadolu’nun Beşerî ve İktisadî Tahlili (TC’nin Kullanamadığı Tabiî Âmiller)

-Beşerî Unsur Açısından

-İktisadî Unsur Açısından

-Tarım, Hayvancılık, Madenler ve Enerji Kaynakları, Münakale Yolları, Diğer Unsurlar

II. KISIM: HIRİSTİYAN-YAHUDİ CEPHESİNİN TOPYEKÜN SALDIRISI VE “DÜNYA HAKİMİYETİ”NİN İSLÂM’DAN ALINMASI

· İslâm-Türk’ün Hâkimiyeti

· Lozan: Siyasî Coğrafya’mızın Gasbı

-Misak-ı Millî

· Lozan’la Gasbedilen (Jeopolitik)

-Garbî Trakya, Adalar Denizi ve Kıbrıs, Batum, Halep, Musul-Kerkük ve Boğazlar

III. KISIM: DÜNYA KAMU DÜZENİ VE SİYONİZM İLİŞKİSİ

· Milletlerin Hâkimiyetinden Tek Milletin Sultasına

· Hususî Savaş ve Amerikan Hâkimiyeti (Demokratik İdealler Masalı ve Emperyalizm)

-"Savaş Siyasetin Başka Araçlarla Devamıdır”: Hususî Savaş ve Amerika, Hususî Savaş ve Siyonizmin Gücü.

· Tek El’li Ordu’cu İdare ve Hâkimiyet

· BM Teşkilatı ve Siyonist (ABD) Hâkimiyeti,

-Milletler Cemiyeti Devri, BM Teşkilatı Devri, Korfu Boğazı Meselesi, ABD-Nikaragua Meselesi

· Dünya Kamu Düzeni ve Siyonizm

IV. KISIM: KURTULUŞ İÇİN “COĞRAFYA” İLE TEÇHİZATLI BAŞYÜCELİK DEVLETİ

· Devletin Hududları

· Osmanlı Devleti ve Gasbedilen Mirasımız

· Başyücelik Devleti’nin Zorunluluğu

· İslâm Coğrafyasına Bir Bakış

-Ortadoğu, Kafkaslar, Türkî Ülkeler

· Devletimiz ve Büyük Strateji

· Devlet ve Askerî Strateji

· Anadolu’nun Kurtuluşu ve Dünya Hâkimiyeti

V. KISIM: EK: ABD’NİN TURKİYE EKONOMİK KRİZİNE HIZLI MÜDAHALESİ (WINNEP-ALAN MAKOWSKY)





GİRİŞ:

COĞRAFYA’DAN ARZ’A BİR GEREKLİLİK: BAŞYÜCELİK DEVLETİ

Birbiriyle alâkalı dört makalemizde, daha evvel yayınlanmış çalışmamızı kapsamlı bir hâle sokuyor ve evvelki tetkikimizin bazı kısımlarını, belli bir gaye etrafında derinlemesine ele alıp bir tahlil-analiz gerçekleştirip; rüyâsını gördüğümüz “BAŞYÜCELİK DEVLETİ-Birleşik İslâm Devleti”nin, gerek varlığı gerek idarî şekli bakımından, müslümanların (ve mücerred mânâda insanın) kurtuluşunun tek yolu olduğunu gözönüne dikmeye çalışıyoruz.

Birinci kısımda; bazı kavramlar (siyasî coğrafya, jeopolitik) ve onların geliştirilmesiyle meydana getirilmiş nazariyeler; bu nazariyeleri icad edenler üzerinde ve üzerinde yaşadığımız Anadolu kıtasının (Türkiye) bu nazariyeler nazarında ve coğrafî şartları gereğince ortaya çıkan durumunu tetkik için, Anadolu’nun iktisadî, tabiî coğrafyası çıkarılmıştır.

İkinci kısımda; evvelki kısım nazar-ı itibariyle “Anadolu (jeopolitik)i” üzerinde durulmuş; tarihî bir seyir yapılarak Osmanlı ve TC devirleri tetkik edilmiş ve birinin yıkılıp, öbürünün tarih sahnesine çıkma (esasında bu devir, dünyanın yeni siyasî şekillendirilmesinin en önemli ayağıdır) vakası esnasında yaşananlar kısa ve kaba fakat “özü” verecek şekilde ele alınmıştır.

Üçüncü kısımda; “dünya kamu düzeni-milletlerarası hukuk” masaya yatırılmış; ABD’nin “lider”liğini nasıl devam ettirdiği, “Sınırlı-Hususî Harb”in kim tarafından tatbik edildiği; “Birleşmiş Milletler Teşkilâtı”, “Cemiyet-i Akvam”, “Avrupa Birliği” ve bütün bunları kuşatıcı “Bloklaşma” kavramı üzerinde durulmuş; bunların “hukuk”la olan ilgisi (!) gösterilip, Siyonizm ile olan alâkaları, kendi ifâdeleriyle gösterilmiştir.

Dördüncü kısımda ise; “Başyücelik Devleti” üzerinde durulmuş ve mevcut siyasî durum içerisinde müslümanlar için olan “elzem”liği; devletin merkezi Anadolu’nun bu “elzem”liği nasıl bir avantaj hâlinde kullanıp, onun hayatını idâme ettirmesindeki rolü üzerinde, basit fakat ilk ânda görünür ve çok tesirli tarafları kaleme alınmıştır.

·

Burada şunu hemen belirtelim ki, bu çalışmamızda, evvelce yayınlanmış “Demiryolu” tetkikimizin izi üzerindeyiz; yani hâlâ demiryolu ve münâkale sistemleri... Münâkale–nakliye meselesinde -bir “demiryolcu” olmadığımızı orada belirttiğimiz gibi burada da vurgulayalım –mühim olan “tercih”tir ve biz o çalışmamızda da bu tercihi hangi şekilde yapacağımızı göstererek, siyasî tavır-iradeyi ortaya koyduk; bu, yolun hallicesinin geçilmesidir, bundan sonraki safha, amelî safhadır ki, o da Devlet’e muhtaçtır. TCDD’nin elinde bulunan yeni ve lüzumlu güzergahları hakkında yapılmış nice “etüdler”, meslekten yetişmiş nice “demiryolcu” bu amelî safhayı, kendilerine verilecek olan –bugünkü TC’nin –cek –cak’lı hainlikleri gibi değil- talimat ve tatbikat serbestliği içerisinde halledileceklerdir, halledebiliriz.

Biz; demiryolu mevzuunu elbette elimizden geldiğince, -arasına “deniz yolu”nu da katarak- devam ettirip, amelî noktada bir işe –şu ânda- yaramasa da, teorik olarak bu cenahta sergilenen VATAN HAİNLİKLERİNİ bir bir göstereceğiz ve yapılması gerekenleri ortaya koymaya çalışacağız. İşte bu makalemiz de, esasında bunun bir delilidir; veya ürünüdür. Meselâ, Anadolu’nun coğrafî zenginlikleri olan madenler ve bin türlü meyve-sebzenin ülke sathında ve ülke dışına satılmasında en ucuz, en güvenilir ve en hızlı nakliyeyi sağlayacak olan demiryoludur; ek-ilave güzergahların inşaının nerelerde olacağının da saptanması gereklidir ki, bizim yaptığımız bu çalışma da, “saptama” ameliyesine kılavuzluktur.

·

Bu çalışmamızda siyasî coğrafya ve (jeopolitik) üzerinde duruyoruz. Bunların birbirleriyle olan alâkaları ve ayrılıkları; “dünya hâkimiyeti” için nasıl kullanıldığını; bize nelere mâlolduğunu ve artık bizim için ne gibi faydalara vesile olabileceğini göstermeye çalışıyoruz. İki artı ikinin karşılığının kimine göre bir değeri olmayabilir; evinden işine, işinden helaya gidecek kadar yaşayan(!) bir insan için bir değeri yoktur; hatta bu insan(!) için üzerinde yaşadığı toprak parçasının (ki ona biz “vatan” deriz) da bir değeri ve ehemmiyeti yoktur. İşte siyasî coğrafya ve(-ya) (jeopolitik) de böyledir.

İş, İSLÂM’IN DÜNYA HÂKİMİYETİ meselesidir. Burada, “hâkimiyet”; dünyanın her yerinde “askeri”nin olması değil (ki öyle de olabilir), kâfirleri rahatsız etmek, onları müslümanlara maddi ve manevî taarruzdan uzak tutmak, her ne yapacaklarsa, müslümanların tavırlarını dikkate alıcı hareket etmeleri noktasından anlaşılmalı... Misâl; Sultan Abdülhamid Han’ın, Osmanlı’nın o her taraftan saldırılara uğradığı günlerde, Fransa’da sahnelenen bir oyunu, İslâm’a hakaret edildiğinden, savaşsız-kansız, tek bir mektubu ile yasaklatması gibi... Burada hem Hilafet’in tesiri hem de hilafet merkezinin (jeopolitik) ehemmiyeti bir araya gelmiş ve mesele halledilmiştir.

Bu çalışmamızda işte bu nokta üzerinde ANADOLU (JEOPOLİTİK)İ üzerinde duruyoruz.

·

Coğrafya... Türkçe sözlükten: “Coğrafya”: (Ar.) Cuğrafiya, (Yun.) Geo, yer; graphe yazmak... 1-Yeryüzünü fizikî, ekonomik, beşerî, siyasî yönlerden inceleyen bilim. 2-Bir yeryüzü parçasını, bir bölgeyi, bir ülkeyi belirleyen, niteleyen fizikî, ekonomik, beşerî gerçekliklerin tümü... Coğrafî: (Ar) Cuğrafî. Coğrafya ile ilgili...

Görüldüğü üzere “coğrafya”, Arapça ve Yunanca’da aynı kelime; takibe devam edelim, “Osmanlıca-Yunanca Lûgat”tan:

"Coğrafya”: Elenik, on geografia...

Lisânımıza, Elenler’den yani Yunancadan gelmiş. Coğrafya; geografia; geo; grafia... “Geo”: “Yer” demektir. Aslı, “yeraltı tanrıçası Gaia (gaya)’dan gelir. “Grafia” ise, çizmek, yazmak, çizik atmak, kesmek vs. mânâlarına gelir. Gramata, gramer, aynı köktendir. “Telgraf”, “uzak yazı” yani “uzağa gönderilen yazı” demektir.

Bir başka lûgattan...

"Graf": Aslı “gramma”dır. 1-Harf, 2-Kelime, 3-Mektub, 4-Nâme, 5- Malumat, 6-Kelime ve yazıdan, bütün Ortaçağ boyunca kast edilen Kutsal Kitab olduğundan, zamanla İncil ve Tevrat’a da Gramma denmiştir.

"Grammi": Çizgi. Hat. Hudud. Hat çekmek. Çizmek. Belli bir tabir içinde kullanılırsa, “hattı müstakim üzerine olmak” mânâsına gelir bu kelime.

"Grammikos": Çizgiye âit... "Gramma grafos": Çizgi çekecek âlet... "Grafeon": Yazıhâne. “Grafeyus”: Yazıcı... “Grafi”: Yazı. Hat. Çizgi. Çizgiler. İncil. Tevrat... “Grafikos”: Yazıya, çizmeye dair. “Grafo”: Yazmak. Çizmek.

·

Arapça ve Osmanlıca’da, “coğrafya-cuğrafiya”nın yanında “ilm-ü resmî arz, ilm-ü vasfî’l arz” da kullanılmaktadır. “El hadi ila lûgat’il arap”a göre; graf’ın, çizmek, kesmek, yazmak mânâları olduğundan, sadece “yer-arz” bu kelimeyi karşılamamakta, “vasf” veya “resm” kelimeleriyle birlikte kullanımı gerekmektedir. Keza, sadece yer-arz ile ilgilenen ilime, “ilm-ü arz” denir. (Jeoloji)

Coğrafya, yer-arzın, resm-vasfıyla alâkalı bir ilim. Hem arz, hem de “resm”...

Yunanca’daki "gramma", "graf"ın aslıdır ve kesmek, çizmek v.s. mânâları yukarıya yazıldı. Yunanca “yer” demek olan Geo’nun aslı ise Gaia (Gaya)dır. Gaia-gaya’nın hemen tedaisi ise “GAYYA”!..

"Gayya": Cehennemde bir kuyu veya bir dere. Gayya kuyusu; bi’r-î gayya... Mec: Belalı yer, içine düşenin kolay kolay çıkamayacağını anlatan yer veya vaziyet. (Ebced değeri, 1011!..) Aynı harflerle, “Gaye”: Maksat, meram; netice, son; hedef. “Giya-Giyah”: Nebat, bitki, taze ot. (31-32) “Guy”: Acemlere mahsus bir çeşit oyun topu; yuvarlak şey. (36) Burada ilk akla gelen, kök ilgisinden, ortaya çıkan, Arz-yeryüzünün “yuvarlak şey” olduğu... İslâm âlimlerinin, her daim iddia ettikleri, Vatikan’ın da 1950’lerde, o da uzay çalışmalarının neticesinde, kabul etmek zorunda kaldığı hakikat. Bu mesele esasında topyekûn bir kâinat anlayışının yıkılmasıdır, fakat kimin umurunda!!! Düz bir arzın, tarihi-zamanı/kainatı “düz bir çizgi” nizâmında tefsirinin (tarihî diyalektik), İslâm’ın “daire hikmeti” karşısında yıkılıp gitmesi... Devam edelim.

Gûy’dan "Gûyâ": Söyleyen, söyleyici. Sanki, diyelim ki... (Ebc: 37) "Gûyân": Söyleyen, söyleyici, konuşan. (Ebc: 87)

·

Gayya kuyusu... Ve Cehennem... Akla gelen, Cennet’ten "esfel-i safilin"e fırlatılan insan... “Esfel”: En sefil, pek aşağı, çok bayağı. Aşağı (taraf). Kıç, makat... Esfel-i Safilin: Cehennem... Merz: Yer, toprak. Sınır. (247) Merzâ: Hastalar, hastalıklar, sayrılar. (1040-1050) Merzaga: Bataklık, kokulu su birikintisi olan yer. (1247) MERZEGAN: CEHENNEM. Mezar. (1298). Merz-gûn: Tenâsül âleti (323). Zebanî: Cehennemdeki melek. (Ebc: 70). Zeban: Dil, lisân (60). Zebane: Terazi ve bazı âletlerin dili. Alev, ateş yalını (65)...

"Dünya, müminin zindanıdır; cehennemidir”...

·

Geo: Arz... "Arz": Genişlik. En... (Ebc: 1070) “Arz”: Takdim etmek. Bir kimseye birşeyi anlatmak, izah etmek. Bir kimseye birşeyi izhar etmek. Bir büyüğe bir şeyi hürmetle vermek. Kıymetli bir şeyi, diğer birşeyle değiştirmek. Bir şeyin, birden, aniden meydana gelmesi. Altın ve paradan gayrı mal. Birşeyin genişliği. Bir muamelede aldanmak. Sağlam insanın hemen ölmesi. Delirmek.(1070) “Araz”: İşaret, alâmet. Tesadüf. Kaza, felâket. Kendi kendine vücud bulmayıp, başka bir cevherle meydana gelen hal ve keyfiyet... (1070) “Arza”: Sunma, gösterme, takdim etme.(1071) “Arzan”: Enine, genişliğine (1071) “Arız”: Sonradan olan şey. Yapışan. Seyrek sakallı kimse. (1071) “Arız”: Gelen (İstikbâl). Tesadüfî vak’a. Dağ, bulut vesaire gibi görmeye mani olan herşey. Yanak. (1071)

"İ’raz”: Yüz çevirmek. Başka tarafa dönmek. Çekinmek... “İraza”: Razı etmek. Kandırmak. Kandırılmak.

İ’raza... “Marzî”: Razı olmaya dair. “Marziye”: Razı olma, hoşnud olma, memnuniyet. “Mi’raz”: Bir sözün gizli mânâsı... “Mi’raz: Zıpkın adı verilen yeleksiz uzun ok... “Mi’raz”: Süs için giyilen güzek elbiseler... (Ebc: 1111) “MİRZA”: Reis, bey... Beyzâde... Reze...

Mi’raz’ın ebced değeri ile şu hakikatin değeri aynı: MÜMESSİL SALİH İZZET MİRZABEYOĞLU!

·

Arz-Erz: Genişlik. En. Yeryüzü... Ebcedi: 1070... Grafia ise (gramma’dan gelir), çizmek, kesmek, yazmak, kesik-çizik atmak mânâlarına gelir.

Hâşim: Kuru ekmek kırıntısı doğrayan (çorba ve benzeri şeylere). Ezen, kıran, yaran, parçalayan. Hâşem: Maiyet, yanında bulunanlar. Aile. Hademe. “Haşmet”: “Haşem”den –Kendisine tâbi olanlardan dolayı büyüklük ve heybet. Hiddet ve kızgınlık. Alçakgönüllülük. Haşmet: 748... Mirzabeyoğlu 332... Haşmet Mirzabeyoğlu: Arz: 1070

Salih: 129... İzzet: 477... Dest: El. Kudret, fayda, nusret, galebe. Düstur. Tasallut. İkmal. Âlî makam. Meclisin şerefli yeri; ebcedi 464... Salih İzzet “Dest”: 1070!..

Arz: Salih İzzet “Dest”: Haşmet Mirzabeyoğlu...

Tedaisi: ‘- Siz haşmet istiyorsunuz!’ (TG’den...)

·

Salih: 129... İzzet: 477... Arz: 1070... 129+477+1070=1676... 1676; 677!..

"Haz’": Kesme, yarma (gramma), ameliyat... Ebcedi: 677. Haz’: Taksim etmek, bölüştürmek. Muhalefet etmek. (Ebc: 677)

Haz’... "z"nin noktasızı ile, “Hadd”: Denizden gelen gürültülü ses. Gürültü ile yıkılan. Gürültülü bir sesle çağıran. Ebced: 10!..

Salih İzzet Arz: Denizden gelen SES!.. Sayha!..

Sayha... Salih Aleyhisselâm’da tecelli eden "fütuhî hikmet"; kavminin de "üç gün" mühletle SAYHA ve ZELZELE ile yokedilmesi.

"Haz’"ın ebcedi 10; “10” ise... “İdad”: Üstünlük, galibiyet, zafer. Kuvvet, zor!..

·

Coğrafya’nın ebcedi 1295; “296”...

"Risâle": Mektub. (Gramma). Bir ilme dair yazılmış küçük kitab. Haber göndermek. Elçinin götürdüğü mektub, name. Bir kimsenin sözünü veya emrini başka birisine tebliğ etmek. Ebcedi, 296!..

"Risâlet": Birisini bir vazife ile bir yere göndermek. Elçilik. Peygamberlik. Büyük kitabla gelen peygamberlik. Ebc: 691... "Karayılan” mânâsına “Salih” de “691”!..

"Resâlet": Saç uzamak... "İğdîdân”: Saç uzamak. Ot yeşermek (Rûyâ)... Ebc: 1070!

Arz: Salih: Risâle: Risâlet: Resâlet!..

·

Birisini bir vazife ile bir yere göndermek: "HALİFE”...

HALİFE... “Tilki Günlüğü”nde yer alan Mustafa Saka’ya âit bir rüyâda, O’nun söylediği: “Benim makamım Davud ve Süleyman aleyhisselamların evvelki makamlarıdır” sözü...

Füsus-ül Hikem’den:

"-Vücud hikmetinin Davud’a nisbet edilmesi vücudun bütün kuvvet ve kemâliyle onda tecelli etmiş olmasındandır. Kur’ân’da, “Ya Davud, biz seni yeryüzüne halife kıldık, halk arasında adaletle hükmet” ayetiyle Davud’a tevcih edilen hilâfet Âdem’e verilen Hilâfetten başkadır. Çünkü Davud, vücudun kemâl mertebesinde hâlife olmuştur. Âdem’deki hilâfetin bazı hükümleri kuvveden fiile çıkmadı. Lâkin Davud, “mülkünü şiddetli kıldık, ona fasl-i hitab kudreti verdik” mealindeki âyetiyle ilâhî tevcihe mazhar bir halife oldu.”

Hazreti Süleyman Aleyhisselam’da ise "Rahmanî" hikmet tecelli etmişti ve “yer ve gök ve aralarındaki onun emrinde” idi...

·

Bir "coğrafya” ve “arz” kelimesinden böyle bir sefer... Büyükleri cezbeden “çocuk hikmeti”...

Yer bunun devleti; BAŞYÜCELİK DEVLETİ!..

"Çocuk": "Muhammedî": "Mehd"î Devleti...

Şimdi sıra onda!..



(Çizgiler, Yılmaz Serbest'e aittir.)

No comments: