Sunday, June 18, 2006




ΑΠΟΚΆΛΥΨΗ

Mustafa Saka



David Benyamin Keldânî…

“Keldânî” nisbetinden de anlaşılacağı üzere, Keldânî-Âsurî

1867’de Urmiye’de doğdu.

1886-1889 yılları arasında Urmiye’de Âsurî (Nasturî) Başpiskoposluğu’nda (Süryânî Hristiyanlar için eğitim veren Canterburg Başpiskoposluğu Misyon Şefliği) öğretim elemanı olarak çalıştı.

1892’de, Kardinal Vaughan tarafından, “Propaganda Fide Kollege”de filosofik ve teolojik çalışmalar yapmak üzere Roma’ya gönderildi.

Aynı yıl “Âsurî, Roma ve Canterburg Tabletleri” üzerine bir dizi makale yazdı.

1895’te Rahiplik rütbesi aldı.

Aynı yıl, İran’a giderken, İstanbul’da bir müddet ikâmet etti ve “Yunan Ortodoks Kilisesi” üzerine yazdığı makaleler, Levant Herald gazetesinde tefrika edildi.

Yine aynı yıl, Urmiye’de “Fransız Lazarist Misyonu”yla tanıştı ve bu misyonun tarihini yazdı.

1897’de, “Başpiskoposluk” adına, “Yunan Ortodoks - Katolik Kongresi”ne katıldı.

1898’de tekrar Urmiye’ye gitti, doğum yeri Digala’da bir parasız yatılı okul açtı.

1900 yılı başında, St. George Khorovasbad Katedrali’nde, Katolik olmayan Ermenilerin ve başka mezheplerden insanların da bulunduğu kalabalık bir cemaate “Yeni Asır ve Yeni İnsan” konulu bir vaaz verdi. Bu vaazında, tarihte Nastûrî misyonerlerin İncil’i bütün Asya’da vaaz ettiklerini; Hindistan’da, Tataristan’da, Çin’de ve Moğolistan’da birçok müesseselere sahip olduklarını; İncil’i Uygurca’ya ve diğer dillere tercüme ettiklerini; şimdi Katolik, Amerikan ve Anglikan misyonlarının Âsurî ve Keldânîler için sözde eğitim önlemleri almalarına mukâbil, bu misyonların, zaten bir avuç olan ve İran’a, Doğu Anadolu’ya ve Mezopotamya’ya dağılmış bulunan Âsurî-Keldânî ulusunu muhtelif düşman mezheplere böldüklerini ve onların bu çabalarının nihâi çöküşü hazırlamaya mâtuf olduğunu dile getirdi. Yabancı misyonlara bağımlı bir çalışmanın sonu hüsrandı.

Beş büyük ve gösterişli misyon; Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman ve Rus misyonları, kolejleri, zengin dinî cemiyetler tarafından desteklenen basınları, konsoloslukları ve sefâretleriyle, yaklaşık yüzbin Âsurî-Keldânî’yi Süryânîlikten koparıp her biri kendi misyonlarına sokmaya büyük gayret gösteriyorlardı. Nitekim bu kadarla da kalmadılar, 1915’te, İran ve Kürdistan Âsurîlerini o günkü hükümetlere karşı örgütleyip silâhlandırdılar. Sonuç, bu insanların yarıdan çoğunun vatanlarından sürülmesi oldu.

Eserden aktardığımız biyografiye burada ara verelim ve bir parantez açalım; “ERMENİ SOYKIRIMI”na dâir…

Γενεοκτονία, Völkermord, Genozid, Massaker, Blutbad, Sürgün, Katliam, Vahşet, Soykırım…

Bunlar kelimeler!..

Kelimelerin yetmediği bu alçaklık, “TANZİMAT - JÖNTÜRK - İTTİHAT TERAKKİ MİSYONU’nun eseridir; hesabı, “TANZİMAT - JÖNTÜRK - İTTİHAT TERAKKİ MİSYONU’nun devletleşmiş hâli olan “(TC=) Dönmeler Cumhuriyeti”nden sorulmalıdır!

Jöntürk liderlerinin Balkan kökenli “Sabetaistler”den oluştuğu; Talat, Enver, Cemal, Bahaddin Şakir ve Nizam’ın “dönme” olduğu; çalışmaların merkezinde yer alan Selanik’teki Grand Orient Locası’nın, Yahudi Rothschild tarafından, Yahudilerin bütün Ortadoğu’yu kontrol altına alabilmesi gayesiyle Yahudi Emanuel Karaso’ya kurdurtulduğu; Jöntürk öncülerinin, Karaso’nun üstadı olduğu bu locaya bağlı oldukları mâlûmun mâlûmu!

Schiller Enstitüsü’nden Joseph Brewda, 1994 tarihli konferans metinlerinde, İspanya’dan kaçan Yahudilere kucak açan Osmanlı’nın, 400 yıl sonra bu kişiler tarafından yıkılmasına dikkat çekiyor ve şöyle diyor:

«ZAFERLERİNİ, İMPARATORLUK İÇİNDEKİ HRİSTİYANLARI, ERMENİLERİ, RUMLARI VE ÂSURÎLERİ (ARÂMÎLERİ) ÖLDÜREREK KUTLADILAR; …1982’DE, İSRAİL ORDUSUNUN LÜBNAN’I İŞGÂL ETMESİNİN ZAFERİ DE SABRA VE ŞATİLLA KATLİAMIYLA KUTLANMIŞTI.»

"- “Jöntürk” gazetesinin editörü, Rus Siyonist lider Vladimir Jabotinsky idi ve bu kişi İtalya’da eğitilmişti."

Joseph Brewda, Karaso’nun locasına bağlı olan Talat Paşa’nın, 1907’de Scottish Rite (İskoç Locası) mason locasının Osmanlı’daki büyük üstadı olduğunu, bu locanın Washington’daki arşivlerinde Jöntürk liderlerinin çoğunun aynı locaya bağlı olduğuna dair bilgilerin bulunduğunu belirtiyor ve şöyle devam ediyor:

«İmparatorluğun başkenti İstanbul’da 10.000’den az Yahudi yaşıyordu. Hristiyan nüfus ise 200.000 civarındaydı. Ticaret ve finans Hristiyan kökenlilerin kontrolündeydi. Yahudilerle Hristiyanlar arasında bu alanda yüzyıllardır süren yoğun bir rekabet vardı. Yahudiler kaybeden, Hristiyanlar kazanan taraftaydı. Çünkü, birkaçı hariç, sultanlar genelde Hristiyanlara destek veriyordu. Siyonist Yahudiler siyâsî gücü ele alınca Hristiyanları tasfiye ettiler…» (Aktaran İ.Karagül, 6.5.2005, Y.Safak)

ASALA, bu yüzden mi sadece “Dönme TC sefirleri”ni seçiyordu?

Öyleyse Ermeniler, bu katliamın “Hür(!) Dünya” tarafından asla “Soykırım” olarak kabul edilmeyeceğini de biliyorlardır.

Çünkü dünya tarihinde sadece bir tane “Soykırım” vardır ve o da “Yahudi Soykırımı”dır!

İkincisini kabul etmezler!!!

“Ermeni Soykırımı”, bugünkü “Hür(!) Dünya”nın, o gün Anadolu’yu çiğnemekte olan “işgâl orduları” gözüönünde olmamışdıydı zaten?!


Kitabımıza dönelim…

İşte 1900 yılı başında, St. George Khorovasbad Katedrali’nde, büyük bir öngörüyle, yerli ahâliye, yabancı misyonerlerin himmetine güvenerek değil de, kendi işlerini kendileri gören insanlar olmalarını nasihat ediyordu, âdeta 15 yıl sonra olacakları haber veriyordu Vaiz David Benjamin Keldânî...

Vaiz haklıydı.

Fakat bu fikirler, “Tanrı’nın Misyonerleri”ne tersdi; Misyon Şefleri çok rahatsız oldu.

Hristiyanlığın bu derece düşman kamplara bölünmüşlüğü, temel kaynaklardaki farklılıklar ve çelişkiler ve yaşadığı baskılar bir muhasebeye yol açtı Keldânî’de; 1900 yılının yazında Digalo köyündeki meşhur Çalı Bolağı Çeşmesi yanında bulunan bağ evinde inzivâya çekildi. Buradaki bir ayını ibadetle, tefekkürle ve Hristiyanlığın kaynaklarını en eski metinlerinden yeniden ve mukayeseli olarak okumakla geçirdi. İbadet, tefekkür ve hakikat sancısıyla geçen bu inzivadan çıktığında, Urmiye Başpiskoposluğu’na istifasını verdi. Kilise yönetiminin bütün caydırma gayretleri başarısız oldu. Kilise yönetimiyle hiçbir şahsî çelişkisi ve hesaplaşması yoktu; kendi katıksız vicdanî hesaplaşmasıydı bu.

Birkaç ay sonra, Belçikalı uzmanların idaresi altında faaliyet gösteren Tebriz’deki İran Posta ve Gümrük İşletmesi’nde müfettiş olarak çalışmaya başladı. Daha sonra Veliaht Muhammed Ali Mirza’nın sarayında muallim ve mütercim olarak çalıştı.

1903’de İngiltere’ye gitti.

1904 yılında Britanya Unitaryan Cemiyeti tarafından İran’daki kendi cemaati arasında eğitim ve öğretim faaliyetlerinde bulunması için görevlendirildi. İşte bu münasebetle yolu, İran güzergâhı üzerinde bulunan İstanbul’a düştü ve burada Şeyhülislam Cemâleddin Efendi ve zamanın İstanbul Ulemâsı ile yaptığı sohbetler neticesinde İslâm’la şereflendi; “Abdülehad Davud” ismini aldı!

1914’te ABD’ye göç etti ve bir huzur evinde vefat etti.

Allah rahmet eylesin…

Abdulehad Davud’un kitabı (Muhammad in der Bibel) iki bölüm; ve konu başlıkları şöyle:

1. Bölüm: Eski Ahit’de Hz. Muhammed

▪ Ve Ahmed bütün insanlığa gelecek

▪ Mispa’daki muamma

▪ Muhammed ve Büyük Konstantin

▪ Muhammed “İnsanoğlu”dur

▪ Kral Davud onu “Efendim” diye tesmiye ediyor

▪ Efendi ve Havari

▪ Gerçek Peygamberler sadece İslâm’ı vazediyor

▪ İslâm yeryüzünde ebedîdir

2. Bölüm: Yeni Ahit’de Hz. Muhammed

▪ İslâm ve Ahmediyat meleklerin duyurusu olacak

▪ Eύδοκία Ahmediyat demektir

▪ Vaftizci Yahya güçlü bir peygamberi haber veriyor

▪ Yahya’nın vaftizi ve İsa sadece Sıbgatullah’ın bir tarzıdır

▪ Sıbgatullah veya vaftiz Kutsal Ruh ve ateşle

▪ Paraklet Kutsal Ruh değildir

▪ Periglytos Ahmed’dir

▪ “İnsanoğlu”! Kimdir o?

▪ “Apokaliptik İnsanoğlu”ndan murad Muhammed’dir

▪ “Judaik Apokalipsi”ye göre “İnsanoğlu”

,,,

Αποκάλγψη (Apokalipsi): Kıyamet; Vahiy; İlham; İbda etmek, Beyan etmek; İtiraf etmek; Keşfetmek; Bir şeyin örtüsünü kaldırmak; Maskeleri sıyırmak; Ortaya çıkarmak; İsimlendirmek…

Bu eser bir Αποκάλγψη!

Çünkü müellifi bu nisbet ve bu kalitede!

Eski metinleri mukayeseli okuyabilecek düzeyde Aramice, Süryanice, İbranice, Eski Yunanca, Latince, Arapça gibi kadim dilleri ve dialektleri; Yahudi, Hristiyan ve İslâm literatürlerini bilen biri kaleme alıyor bu eseri.

Abdülehad Davud, eserin konu başlıklarından da anlaşılacağı gibi: “Ahid”in gerçek sahibinin Hz. Muhammed (SAV) olduğunu söylüyor. Eski ve Yeni Ahidlerdeki muştulara bakıldığında, tam olarak “Gaye İnsan-Ufuk Peygamber” Hazret-i Muhammed’in (SAV) müjdelendiğini açıklıyor. Din bilgisinin yanı sıra, derin dil bilgisiyle de anahtar kelimelerin etimolojik tahlillerini yapıyor; bu yönüyle “dilbilim”e de katkıda bulunuyor.

İbda ediyor; örtüyü (=küfrü) kaldırıyor, maskeleri sıyırıyor ve ayan olan hakikati beyan ediyor, adını koyuyor: “MUHAMMAD IN DER BIBEL”!!!

Αποκάλγψη budur!

Bu değerli müellifi, bir komşumun kütüphânesinde tanıdım. İnternetten yaptığım araştırmada, eserin Türkçe’ye çevrildiğini göremedim. Belki çevrilmiştir. Belki Osmanlıcası vardır kütüphanelerde. O da yoksa, bu makalemiz, bu eserin Türkçe’ye kazandırılmasına vesile olur inşâallah. Bendeniz, yarım Almancam ve biraz da Yunânî kavramlara âşinâlığım sayesinde kendime okuyabildim kitabı; ama ancak bu kadarını sizinle paylaşmaya cesaret edebildim.

Sözün özünü Abdülehad Davud söylesin:

"Benim İslâm dinine geçmem sadece Allah’ın bir hediyesidir; Allah’a borçluyum. Araştırır, gayret eder, birçok gerçeği bulur, HER ŞEYİ ÖĞRENEBİLİRSİNİZ; FAKAT İLÂHÎ BİR SEVKİYÂT OLMAZSA YANLIŞ YOLA SAPARSINIZ. İşte ben, Allah’ın sevkiyâtına nâil olduğum o andan itibâren, mutlak olarak Allah’ın birliğine inanacaktım; ve benim Peygamberim Hazret-i Muhammed (SAV) olacaktı; bütün davranışlarımda onu örnek alacaktım!"

Abdülehad Davud’a bir Fatiha okuyalım…


TSK, İRAN’A MI, PKK’YE Mİ SALDIRACAK?

S.ORHAN

Şimdi en büyük suâl, doğu hududumuza yığınak değil, kelimenin tam anlamiyle "yığılan" Kara Kuvvetleri Komutanlığı-KKK birliklerinin "orada" ne yapacağı... Muharip sınıfının yarısına yakınını, zırhlı birlikler eşliğinde bölgeye kaydıran KKK´ın, daha doğrusu müstakbel Gnl. Krm. Bask. General Büyükanıt´ın bu hareketi, muhtelif dedikodulara, ancak bir şey olduktan sonra ağzını açanların (bunlara "stratej" veya -ne demekse- "teror uzmanı" deniliyor) etrafda puslu bir hava oluşturacak konuşmalarına sebeb oluyor...

KKK´ın yaptığı hareket belli, yığılma; fakat mânâsı üzerinde rivâyat muhtelif...

Dilin kemiği yok ve ağzı olan konuşuyor; bu konuşanlardan bazıları diyorlar ki, "General Büyükanıt, kendisi (ve ailesi) hakkında çıkan haberleri tersyüz etmek ve "kahraman" olarak nitelendirilmek için, Ordu´yu Irak´ın kuzeyine sokacak, PKK´lileri oldürecek, esir edecek, kaçıracak ve sonra da dönüp "iş yapıyorum, taşlıyorlar!" deyip, afiyetle Genelkurmaylık koltuğuna oturacak..."

Dilin kemiği yok ve ağzı olan konuşuyor; bu konuşanlardan bazıları diyorlar ki, "ABD Savunma Bakanının bugünlerde gelmesi pek mânidar; son görüşmeler yapıldı, ve ABD´nin İran´a saldırısına TSK da karadan girişeceği bir hareketle destek olacak; onun için Ordu bölgeye yığıldı..."

"Dilin kemiği yok ve ağzı olan konuşuyor; bu konuşanlardan bazıları diyorlar ki..." kısmını istediğiniz kadar uzatabilirsiniz; "medya" denilen matbuat âleminde ve en önemlisi "fısıltı gazetesi"nin müşahhaslaşmış hâli olan "internet"de o kadar çok "analiz" bulabilirsiniz ki bu "meselede"... Beyninizin "iğfal" ve "igdiş" edilmesine raziyseniz girin internete, "strateji" ve "istihbârat" yazıp "türkçe" olarak "search" yapın!.. Bir iki sene içinde web sayfası olarak açılmış o kadar çok "strateji merkezi" goreceksiniz ki eminiz ki mideniz bulacaktır! Buralardaki yazılar umûmiyetle "köşe yazıları"; "Doç." imzalı olanlar ise muhakkak "uzman" oluyorlar; "srateji uzmanı", "terör uzmanı", "halkla ilişkiler uzmani", "psikolojik harp uzmanı" vesaire... Fakat yukarıda söylediğimiz gibi, bunların "uzmanlıkları", ancak "vukuat hasıl olduktan sonra" başlıyor! İstikbâle yönelik bir "projeksiyon" tutamıyorlar, tuttuklarını zannedenler ise, malûm ve meşhûr "Büyük Ortadoğu Projesi-BOP"nin, ABD´nin "temenniyeti" tarzında düşünülmesi gereken malûm ve meşhûr "haritası"nı konuşup duruyorlar! Ki, bunu da zaten BOP ortaya çıktıktan sonra yapmaya başladılar.

"Temenniyet" dedik; öyle, "stratej ve uzmanlar", muhayyel bir plânı görüp, "olmuş... olacak" gibi "acıklama ve analiz" yapsalar da, bu plânın tutup-tutmayacağı pek belli değil; fakat "stratejler", sanki engellenmesi imkânsızmış gibi "plânın tesirleri" üzerinde konuşup "ne yapmalıyız?" diyorlar ya, işte bu- en azından- Anadolu insanına güvenmemenin, onları da kendileri gibi "TESLİMİYETÇİ" görmenin tezahürü olsa gerek!..

Mevzuumuza donersek; "KKK, orada ne yapıyor?"

Buna verilecek en güzel cevap aslında "mangal partisi" yapıyorlar olacak!!! Ve biz bunu da "temenni" ederiz; niye?..

KKK´nın, jandarma birlikleri ve korucular eşliğinde hududa yığılması, harekatın İran´a değil de PKK´ye yönelik olduğunu güçlendiriyor; kaldı ki, bu husûsda İran´la da bir anlaşma olduğu, İran´ın PKK mevziilerini ve hatta meşhur Kandil Dağını "katyuşa füzeleri" ile vurmasından belli...

Bu ülkede daha hiçbir asker anasından doğmadı ki, kara birlikleri ile İran´a karşı, -hem de ABD, İsrail saldırısına destek mahiyetinde- bir "giriş" yapsın; buna şu anda ihtimâl vermek mümkün değil... Ama şu olabilir; ABD-İsrail saldırısına, fiilî olarak değil de dolaylı olarak bir destek; mevcut NATO Üslerini kullandırtarak... Bu da olacaktır; fakat fiilen TSK´nın İran´la harbe girişmesi şu siyasi konjonktürde İHTİMAL HARİCİ...

İran´ın PKK´ye yönelik saldırılarının temelinde de, "dostane ilişkileri" artırma çabası olduğunu görmek gerekiyor; böylece, hem Anadolu insanına "ben PKK´ye topraklarımda yer vermedim, onları Irak´da bile bombaladım" deme imkânına sahip oluyor, hem de ABD-İsrail cephesinde yer alma isteğinde olan adı "Turk" olanların ellerindeki kozları bir bir yere yıkıyor...

Pekala; KKK´nın yaptığı bu "yığılma" nasıl bir netice verebilir?!

Korkunç bir netice verir, onu ilk başta soylemek gerekir; hem ülkemizdeki hem de bölgemizdeki gelişmeler açısından...

PKK, "düzenli ordu" olarak savaşmıyor; o "Gerilla harbi" veriyor; üstelik şimdi, 1993´de Çiller´in, -bir mizahî espiri gibi- "Preveze´den de büyük" olarak nitelediği TSK´nın Irak´ın kuzeyine girişine karşı verdikleri "cephe savaşı"ndan da ders almış, en mühimi de Duran Kalkan, Murat Karayılan ve Mustafa Karasu gibi "ateşle yoğrulmuş" liderlerin ellerinde... O halde, zaten dağdan indirmediği büyük bir gerilla ekibi ülke hududları içerisinde bulunurken, gelen TSK birliklerine karşı "cephe savaşı" vermeyeceği âşikar; "alan boşaltacak" ve hatta artık uzmanlaştığı "tuzak"lar ile TSK´nın ele geçireceği "boş" kamplarda bile zaiyat verdirecek; "vur-kaç"ları artıracak; ülke sınırları içerisinde de saldırılarını çok daha fazla arttıracaktı tabiîatiyler.

PKK için, bu "giriş"in "öldürücü darbe" olmayacağı aşikar; ama TC için?!

PKK, kuzey Irak´da kurduğu parti ile legal siyaset yapmakta ve büyük tesiri de olmakta... Barzanî-Talabanî çetesinin belki önündeki en büyük engellerden birisidir bu mânâda PKK... Eğer TSK, "giriş" yapar ve o bölgeden PKK´yi "temizler" ise, Barzanî-Talabanî çetesinin önünde hiçbir engel kalmaz ve TSK HAMİLİĞİNDE KÜRDİSTAN KURULMUS OLUR!

Bunun tabiî neticesi, PKK´nin ülke içerisine yönelmesi ve şiddetin artması demektir; aynı zamanda doğudaki halkımızın, Irak´ın kuzeyinde kurulmuş olan Kürdistan´a doğru bir inisiyatif geliştirmesi de sözkonusu olabilecektir; PKK tarafindan sessizlestirilen-susturulan, "Barzanîci" olduğu icin hariçde bırakılan "sembol isim" Leyla Zana´nın tam da bugünlerde Barzani´nin konuğu olarak "Kürdistan"da bulunması, "istikbâl" için çok şeyler anlatmalı...

Bu noktada İran´a karşı muhtemel bir ABD-İsrail saldırısına ve buna dolaylı veya dolaysız verilecek TC desteğine de değinmek gerekir...

Eğer, İran´a karşı bir saldırı gerçekleşirse, bunun Ortadoğudaki (ve Irak´daki) Şiîlerin "kemikleşmesine"; bütün Müslüman ülkelerin iç siyaset dengelerinin bozulmasına sebeb olması muhtemeldir. İran´a karşı yapılacak olan bir topyekûn saldırı, pek muhtemel güzükmüyor ama bir "hava saldırısı"; yani sınırlı bir saldırı, İran´ın daha da güçlenmesine sebeb olacaktır.

Haritayı gözümüzün önüne getirdigimizde, Afganistan´ın güneyinden İran´a, yukarıda Azerbeycan´dan yine İran´a, oradan Basra körfezi eşliğinde Irak´ın güneyinin tamamının, hemen solunda Lübnan ve onun hemen üstünden de Suriye´den Anadolu sınırına kadar, (burada da Şiî Türkmenler ve Şiî Kürtler var), Irak´a ADB-İsrail-İngiltere üçlüsü tarafından yapılan saldırı ve işgal ile şimdilik "esnek" de olsa bir ŞİÎ BARİKATININ kurulduğunu görürüz; sınırlı bir saldırı ise bu "esnek" barikatı KEMİKLEŞTIR; bunun ne mânâya geldiği de açıktır:

Irak´ın işgal edilmesi 1000 yıllık statükonun bozulmasına, Sünnîlerin "köle" pozisyonuna, Şiî ve Kürtlerin ise "Ağa" durumuna gelmesine sebeb olmuştur; ve bilinen, kabul edilen husûstur ki bugun Siyonizme, Emperyalizme karşı savaşan unsurlar SÜNNÎLERDİR; bu "barikat" ise Sünnîlerin "fiziki" bağlantılarının kesilmesine ve tabiatiyle de -yine Müslüman olan- Şiî ve Kürtlere karşı (işbirlikçiler) savaşmalarını daha da şiddetlendirecek, bu arada da Siyonistler daha rahat faaliyet göstermeye devam edeceklerdir.

Demek ki, İran´a karşı yapılacak olan saldırı, başarılı olsun veya olmasın ABD-İsrail´in "çıkarına"dır; Müslümanların arasındaki "rabıta" her ihtimalde "kesilecektir"; saldırı sonrasında İran´ın "eli" çok daha fazla güçlenecektir. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecat´ın, ABD´ye karşı dozajını gittikçe arttıran konuşmalar yapmasının sebebi de, herhalukârda "kazançlı" olacaklarını bilmesidir; bir noktaya dikkat çekmek isteriz, aynı şiddetde konuşmaları Irak´ın meşru lideri Saddam Hüseyin de yapmıştı ve halen de mahkemelerinde kahramanca yapmakta. Fakat, Ahmedinecat ile aralarında fark var: S. Hüseyin, Ortadoğuda bütün dengeleri değistirecek kilit bir ülke olan, 1000 senedir Sünnîlerin hakimiyetinde bulunan Irak´ın lideriydi ve savaşmadığı takdirde ülkesinin darmadağın edileceğini biliyordu; Ahmedinecat ise, Siyonistlerin Müslümanları "bölücü" bir barikata "oynadıklarını", buna ihtiyaçları olduklarını ("Irak´ın 3´e bölünme plânı") görüyor; yani "ŞİÎ BARİKATI"nın, şu veya bu şekilde İran´ın hayatta olacagını görüyor, sınırlı bir saldırının Humeyni´den sonra prestiji azalan İran´ın tekrar "İslam ülkeleri liderliği"ne ilerlemesine yolacacağını göruyor.

Hülasa olarak söylersek...

1) KKK´nın sınıra yaptığı yığılmanın ister PKK için olsun, ister İran için olsun, memleketimizin (ve Ortadoğunun) faydasına olmadığı, Anadolunun daha da "rahatsız" olmasına ve hatta "sıkıştırılmasına" sebeb olacağı aşikârdır...

2) İran2a karşı girileşilecek bir ABD-İsrail saldırısı, İran´ı tamamen bölgenin içine çekecektir; bu da "Şiî barikatı"nın güçlü bir hâl almasına vesile olacaktır.

3) İran´ın işin içine çekilmesi demek, TC´nin "kendi sınırları" içine hapsedilmesi, dışarıya karşı hiçbir "müdahale" yolunun kalmamasına sebeb olabilecektir; bu da TC´nin kendi "iç´iyle" uğrasmasına, "içeride"ki muhalefif unsurlara şiddet tatbik etmesine zemin hazırlayacaktır. Bu durum ise, -kendisi için- çok tehlikeli neticeler doğurabilir.

Onun için başta dedik ya, insaallah sadece "kır gezisine" ve "mangal partisine" çıkmışlardır diye... Çünkü, eğer bu iki alternatifden birini tatbik ederlerse,memleketimiz çok sancı çekecektir ve işin sonu SIKIYÖNETİME oradan da İÇ SAVAŞA kadar gider...

Şunu da söylemek isteriz; bunların bizim için pek mahzuru YOKTUR..

12 Mayis 2006