"Teskilat" Üzerine
Teşkilat, bir firkin pratik hayata aktarilabilmesinin mühim bir faktörü; bunun üzerine birçok “teorik” kitap yazılmış, ama bizim burada bahsedeceğimiz “teşkilat”, yeni çıkmış bir kitap… Timaş Yayınları arasından Selman Kayabaşı isimli, tarih üzerine eğitim görmüş, meslek olarak gazeteciliğe geçmiş ve siyaset üzerine bir kaç “nehir ropörtaj” dedikleri tipde kitaplar ile yine siyasi mevzuu ile alakalı “roman” yazmış bir yazarın son çıkan kitabının ismidir “Teşkilat”… Yazarın daha evvel çıkan “Kafkas Ruleti” serisini de okumuştuk, bahsettiğimiz kitabı da alıp okuduk. Kitaplari, tıpkı “Metal Fırtına” serisi gibi düsünceleri “zorlayıcı” bir yan taşıyor…
Aslında yazar, normal bir makale içerisinde, belki defalarca yazacağı makaleler içerisinde anlatmaya çalışacağı ve anlatamayacağı hususları, farklı düşüncelerini, alternatif düşünceleri, roman kisvesi altinda, suikast, gizli servisler, gizli hesaplar ve elbette olmazsa olmaz “aşk” bahisleri içerisinde okuyucuya vermeye calışıyor; bu açıdan bakıldığında, tıpkı “Metal Fırtına” gibi aslında bir roman değil “Teşkilat”… (Edebi yönden incelemeye gerek yok zannımca, ne bu kitap, ne de yaygarası çok kopartılan “Metal Fırtına” isimli ve o seriden “roman”lar, roman olarak değerlendirilemez. Karakterler zayıf, iliskilerde kopukluklar mevcut, dili çok basit vs.)
Kitap neyi anlatiyor?.. Konusu şöyle birşey: Horasan Erenleri’nin kurduğu bir “teşkilat” var… Bu teşkilat, her zaman perde arkasında olsa da, Türk devletlerinin kurulmasını asıl sağlayan unsur; Kınık boyundan Selçuk’un devletmesi, o iç ve dış vakalar sebebiyle zayıflayınca, Kayı’dan Kara Osman Gazi’ye “yol verilmesi”, hep bu teşkilat sayesinde… Kitaba göre bu teşkilatın –o devir- sorumlusu, Osman Gazi’nin kayınpederi Edebali Hazretleri… Bu teşkilat hücre esprisiyle çalışıyor ve kimse diğer hücreleri ve üyelerini bilmiyor. Osmanlı’nin son döneminde bu lider Sultan Abdulhamid Han… Sultan, hall edildikten sonra hapsedildigi Beylerbeyi Sarayı’nda, memleketin halinden, yaptıklarından pişmanlık içerisinde bulunan Enver Paşa’ya, “Teşkilat”ı anlatıyor ve vazifelendiriyor. O da “Teşkilat-ı Mahsusa”nın kodamanlarını çağırıp durumu anlatıyor, tabii, Süleyman Askeri, Kuşçubaşı Eşref ve Mustafa Balkan için bu “şok edici” bir durum, hele ki “Teşkilat-ı Mahsusa”nın da bu “Teşkilat” ve Sultan tarafindan kurulduğunu öğrenince(1)… Sultan’dan aldıkları emir geregi, Libya, Filistin-Irak ve Kafkasya ile Hindistan-Afganistan bölgelerinde “Ingilizlere isyan” faaliyetini teşkilatlandırmaya başliyorlar; buralarda zaten “Teşkilat”ın irtibatli olduğu “unsurlar” mevcut ve onları sadece koordine etmek kalıyor. Sultan Abdulhamid’den sonra liderlik Vahiduddin Han’a geçiyor… Vaziyetin kritik bir hal aldığını gören Sultan, saltanatından da vazgeçebilecek bir durumda, çünkü “esas olan saltanat degil, devlet ebed müddetdir” ve karşı fikirleri olduğunu bildigi M. Kemal Paşa’yı hususen seçerek, gercek anılarda da anlatılan “bir masa, masanın üzerinde bir ahşap kutu ve bir kitap” figürlerinin refekatinde, “Paşa, Paşa, yaptığın hizmetler bu kitaba gecti, ama şimdi daha mühim bir hizmetin olacak” diyerek, Anadolu’daki “teşkilat”lanmayı ve “yeni devlet”i kurma vazifesini teslim ediyor. Karabekir Paşa da “Teşkilat”dan ve onun için M. Kemal’i her zaman koruma altında tutup destekliyor; malum Erzurum Kongresi’ne giremiyordu Kemal Paşa, Karabekir Paşa kendi yerini verip tarih sahnesine çıkmasına izin vermişti. Kısaca, Horasan Erenleri’nin kurdugu “devlet kuran Teşkilat”, Osmanlı Devleti’nden sonra “laik, sosyal bir cumhuriyet” olan TC’nin kurulmasına “yol vermis” kitaba gore (2)… Sonra… Roman zaman geçisleri ile dolu, bir eskide bir yenide… Şimdiki zamandaki kısmında Musul’da istihbaratçı bir türk “irtibat subayı” öldürülüyor. Ardından, 28 Şubat’da ordudan atılmış, Üsküdar-Beykoz arasında kendine “12 kişilik” bir grub kurmuş, belli gecelerde, Üsküdar-Eminönü vapurunun 22:00’de kalkanına binip yolculara fisebillah çay dağıtıp “marifetullah” sohbeti yapan, çevresinde çok sevilen (grubu da “dervişan” ama mafyöz) “Baba” öldürülüyor. Aynı anlarda “bölücü örgütün” içerisinde de bir hesaplaşma oluyor; hapiste olan liderle görüşen Avukat, “merkez kurul toplantısı”na katılıyor, “yeni direktifler” getirmiş, örgütün başındaki “vekil”, örgütün içerisinde ayrı bir grubun başını çekmeye calisan Şeyhmuz Baran’ı sıkıştırıyor ele geçirdiği bazı belgelerle (belgeler, “Federe Kurd Devleti”nden geliyor ve Baran’ı tebrik edip çalışmalarına devam etmesi isteniyor.) onu hainlikle itham ediyor; Avukatın getirdiği “yeni direktifler” de bu minvalde, “örgütde hainlik yapana acımamak gerektiği” üzerine ve normal olarak Baran’ın “infaz” edilmesi gerekirken, tam tersi oluyor ve bizzat Avukat, “vekil lideri” vurarak “ihanete ortak” olduğunu gösterip, örgütde iç darbeyi hayata geçiriyor; darbe öncesinde “bölücü örgüt”, “Teşkilat” ile işbirliğine girmek hususunda anlaşmıştı. Yani bir “operasyon” ile üç kişi aynı anda ortadan kaldırılıyor.
Senaryo işte bunun üzerine kuruluyor. İsmini kimsenin bilmedigi ama tesiri gücünde bir “devlet teşkilatı”nın başında olan Sungur Fırat, bu cinayetlerın peşine düşüyor. İşin içine Genelkurmay İkinci Başkanı, MİT Başkanı, JİTEM Başkanı, “gül yüzlü dişişleri bakanı”, “zayıf, panikleyen Başbakan” (3) gibi figürlerde giriyor. Bir “asker emeklisi” ve “gizli ve batini-heretik örgütler” üzerinde uzman bir Profesör(4) de devreye giriyor. Sungur Fırat bu arada, Musul’da öldürülen subayın evine başsağlığı ziyaretine gittiğinde bir şekilde “Teşkilat”in izini buluyor ve takibe başlıyor; ama bu teşkilatın “Usame bin Ladin gibi şerıatcıların” uzantısı ve subayın da onların TSK içindeki ajanı olduğu gibi yanlış bir yöne sapıyor. Bu arada öğreniyoruz ki Sungur Fırat, kitabın ismi olan “Teşkilat”ın Kafkasya kısmında görevli ama o bu teşkilatın o teşkilat olduğunu bilmiyor; bildiği, kendi teşkilatının çok eski devirlerden gelen bir evveliyati olduğu sadece.. Şu oluyor bu oluyor ve netice de “Horasan Erenleri”nin “devlet kuran Teşkilatı”na “gül yüzlü dışişleri bakanı”nın, Genelkurmay Ikinci Başkanı’nin, JİTEM Başkanının (niye GK İkinci Başkanı üye de GKBaşkanı değil, diye soramayız, cünkü bu bir “roman” ve yazar kurguda hür.) üye olduğu ortaya cıkıyor ve bir imtihandan sonra Sungur Fırat bu Teşkilat’ın –şubelerinden birinin değil- Lideri oluyor… Bundan sonraki hedef, MİT Başkanı, bazı profesorler, bazı basın organları ve bazı etkili askerlerın kurduğu tuzağı yokedip “yeni devleti kurmak…”
Kitap, kaba bir özetiyle böyle… “Düşünceleri zorlayıcı bir kitap”, demiştik…
TC isimli “laik” devletin, Sultan Vahidüddin’in emriyle M. Kemal Paşa tarafindan ve “Horasan Erenleri”nın kurduğu “Teşkilat” eliyle kurulduğunun “romanlaştırılması”…
Enver Paşa’nın ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın en faal elemanlarının Sultan Abdulhamid Hanı devirip, sonra pişman olmaları ve onun direktifi ile “İslam topraklarında İngiliz emperyalizmine karşı isyan ve ihtilal faaliyetlerine” başlamalarının “romanlaştırılması”…
Bu “Teşkilat”ın, her zaman devlet icinde bulunduğu (5), gerekli mudahaleleri yaptığı, sivil-asker az ama tesirli uyelerinin bulunduğunun “romanlaştırılması”…
Devletin, “bölücü örgüt” ile anlaşıp, “sınır ötesindeki Kürt devletine” müdahalede bulunacağının “romanlaştırılması”…
“Hilafet”in bir şekilde tekrar ilanının “romanlaştırılması”…
Evet, bütün bunlar, “zorlayıcı düsünceler”; ama roman içindeki en önemli ifade, siyah taşların(“düsman tarafı”) satranç tahtasına beyaz taşlara nisbetle daha avantajlı yerleştirilmesi ve beyaz’ın yapacağı her hamlenin ya kendi Şah’ını açıkta bırakması veya iki hamle ardından Mat konumuna gelmesinin sözkonusu olduğu oyunda söylenen, “her hamlemiz bize iade ediliyor ve ölümümüzü işkenceli kılıyor. OYUNU TEKRAR KURMAKTAN BAŞKA YOL YOK!” sözü…
Muvakkaten kurulduğu “Teşkilat” kitabında da bahsedilen TC’nin geri dönüşü olmayan bir yola girdiği KESIN… Tıpkı bahsettiğimiz satranç oyunundaki gibi “her hamlesi ölümünü daha da işkenceli kılıyor”, elbette bu, daha fazla can, daha fazla mal, daha fazla enerji, daha fazla milli haysiyet kaybı manasına geliyor.(6) Kitapda bahsedilen “Teşkilat” var mıdır yok mudur, bilmiyoruz, ama tek bildiğimiz, şu dergi sütunlarında 10 senedir söylenenlerin “romanlaştırılmış” halinin –gerekli bazı fırça darbeleri ile birlikte- sevimli olduğudur.
Bu oyunu yeniden kurmak gerekiyor. Ama nasıl?!
Vezir, İBDA’dır, Şah ise mirasçısı olduğumuz Osmanlı ve İslam.. Bu iki taş yerine konulacak her taş, “ölümün daha uzun ve ıstıraplı olmasına” yarayacaktır, bu anlaşılmalı; “ideolojisiz” kalmış bir Devlet’dir TC, eğer bunun içinde bir “teşkilat” varsa, bunu anlamalılar; ideolojisiz kalan ise, “piyon”dur, basına çuval geçiren ile “ortaklık” yapmaktır, ideolojisi olmadan, halkını “yürütemezsin”, halkından destek alamazsın, onlara UMUT-HAYAL AŞILAYAMAZSIN, bunu yapamadığında da kendi oyununu değil, başkasının kurduğu ve oynaman için de zorlandığın oyuna dahil olursun, kendi ilmiğini boynuna kendin geçirirsin, bu anlaşılmalı ve Büyük Ortadoğu Projesi’ne karşı, “yerli”, tezatsız BÜYÜK DOĞU-İBDA PROJESİ’nden başka yol yok…
Anlamak isteyene, yol ve adres belli, çayımız herdaim mevcut…
Notlar:
1- Kitapda dikkat çekilecek bir çok husus var ki, onlardan biri de bu… “Teşkilat”ın Sultan Hamid’in liderliğine verilmesi bir “dikkat” getirirken, Enver Paşa’nın “pişmanlık içerisinde” bulunması ve görüşme akabinde yaptığı bütün faaliyetleri Sultan’a nisbet etmek başka bir “dikkat”i, Süleyman Askeri gibi gençi yaşında “gerillacılıkta” ustalaşmış ama Şam taraflarında aldığı bir askeri yenilgi ile tek kurşun ile beynini dağıtarak intihar etmiş ve Sultan Hamid’i IT Fırkası hesabına hall etmekde büyük gayreti olan birini ve Kuşçubaşı Eşref’i, kardeşi Cumhuriyetin ilk yıllarında Mustafa Kemal’e suikast yapacak diye öldürülen ve Teşkilat-ı Mahsusa lideri olan Kuşçubaşını, “devlet ebed müddet” fikrine yanaştırıp, “tamam, madem öyle, sorun yok!” diyerek Sultan’ın isteği doğrultusunda faliyete sokması bir başka “dikkat”i daha hakediyor… Kitap esasında böyle ara anlatımlarla “tarihle barıştırma; tarihi kişilikleri aynı çatı altında eritme” gibi ve “haa! tamam madem öyle, o zaman sorun yok,” gibi “basit”liğin içerisinde. (Cemal Paşa’yı Sultan Hamid’e cağırtırıp “sen de git Arabistan-Suriye İmparatorluğunu kur!” dememesi kalmis eksik olarak!!!)
2- Karşıt fikirleri olduğu bilinen diye de geçiyor MK… Sultan Hamid İT Fırkasının silahşörlerini kullanırken, onun vefatından sonra lider olan Vahiduddin Haniın, İT Fırkası’nın düşmanı ve gerçekte Birinci Dünya Harbi’nin ateskes ile bitirilmesi taraftarı olan, hiçbir zaman aklında Anadoluya geçip de milleti teşkilatlandırıyım gibi bir düşünce geçmeyen, İstanbul’da işgal kuvvetleri ile görüşüp duran MK’yi seçmesi, “tarihi kişilikleri barıştırmak” duygusundan başka birşey olmasa gerek… Evet, Vahiduddin Han, bir vazife vermistir, o vazife kısmen başarılmıştır ama tamanen ikmal edilmemiştir. İlk Meclis’in açılışında edilen dualar ve yayınlanan beyannamelerden de anlaşılacağı üzere Saltanat ve Hilafet devam edecekti, hiç de kitapda anlatıldığı gibi “git kafana göre bir devlet kur, cünkü zaman saltanat-hilafet zamanı değil, devlet ebed muddet zamanıdır” dememiştir. Tam aksine yurt dışına çıkmak zorunda kaldıktan sonra, Şeyhülİslam Mustafa Sabri Efendi tarafından kaleme alınan beyanında ifade edildiği gibi “gasb” hadisesi vardır demiş, gerçekleri söylemiş ve iste o noktadan sonra “susmuş” ve “olacak olanda hayr vardır” demiştir. Ama tabii kitap bir “roman”, herşeyi söyleyebilir.
3- Roman da olsa halihazıra uygun; RTE gerçekten de zayıf bir karakter, Gül ise, sinirlense bile bunu yansıtmayan biri… Ve kitapda “gül yüzlü dışişleri bakanı” anlayışı açık, pratik zeka biri olarak gösterilirken, Başbakan tam tersi… İki – ama ESKİ- Büyük Doğu’nun suyunu içmiş olan arasında da bir tecih yapılıyor… Roman tabii..
4- Biz böyle bir profesör tanıyoruz… Şizofrenik, kendini bildibileli “cuntacı”, ama her başarısızlıkta, cuntanın diğer elemanları acılar çekerken hiç acı çekmeyen, her zaman provakatif, her zaman ajitatif, her zaman kibirli, “28 Şubat’ın ilham kaynağıyım” diyebilecek kadar halk düşmanı, “PKK’yi dönüştürecektim” diyecek kadar “siyasi kumpascı”, guya Amerikan ve İsrail düşmanı, vatansever, herkesi İbrani yapma heveslisi biri… Kitapda bu profesör düşman-siyah satranc taşlarının Vezir’i olarak gösteriliyor. Dogan Avcıoğlu gibi “cunta başılık” yapma hevesinde olan biri, bu açıdan “Vezir” olarak görülebilirse de, esas da her işi elini yüzüne bulaştırması sebebiyle satrançda –züccaciye dükkanına dalmış- Fil olarak veya 9 Martçıların, ABD karşıtı olsun da ne olursa olsun diyerek SSCB’den aldıkları zimni desteğe göre Piyon olarak gösterilse daha iyi olurdu… Ama tabii bu bir “roman”, istedigi gibi oynayabilir yazar.
5- Acaba böyle mi… Bilemeyiz… Lakin, Osmanlı Hanedanı ve Hilafete bağlı kadroların, bir gecede saf değiştirip, beyinlerini-hafızalarını sildirdiklerine inanamayız. Peki nereye gittiler?! Bunun için de ayrı bir roman yazmak mı gerekir acaba?! Tarih boyunca yapılmış bütün ihtilallerde-inkılablarda, mevcut eski kadro şu veya bu şekilde ve şu veya bu zamana kadar, yani ihtilalin yetiştirdiği kadrolar işi oğrenene kadar yerlerini korumuş, vazifelerine “yeni nizam”da devam etmişlerdir. Rus ihtilali, Fransız ihtilali, İran ihtilali böyledir; Osmanlıdan sonra kurulan TC de bundan ayrı değildir. Sonra kurulacak olan da bundan ayrı olarak düsünülemez.
6- Daha fazla can, daha fazla milli haysiyet kaybı… Oyunu karşısındakinin dayattığı ile kabul eden, herşeye hazır olmalıdır veya kendisi oyunu kurmalıdır. Yüksekova saldırısından sonra, GK Başkanı Büyükanıt’ın “kitlesel destek” talebi ile “şehit törenleri” kin ve nefret çığlıklarının atıldığı nefret törenlerine dönüştürülmüştü. Bu esnada Yüksekova’daki saldırının bütün suçu da “irtibatı kopan 8 askere” havale edilmis ve böylece Askeri Komuta Heyeti’nin SAVAŞ KABİLİYETİNİN sorgulanması engellenmeye çalışılmıştır. Ama ne olduysa, “şehit törenleri” birdenbire yasaklandı! Zannımızca hesaplarına uymayan davranış ve sloganlar bunun sebebi… Bir milletin en büyük haysiyeti, Ordu’sudur, hele ki Turk milleti icin… Şavas kabiliyeti “simulasyonla uçurdukları bina miktarınca” olan bir heyetin elindeki Ordu, hem gerilla ile olan savaşta ağır darbe alıyor hem de bu şekil yaptığı destek çağrılarından sonra yaptığı çarklarla! Olan ise, malum TSK üzerinden başına çuvala geçirilmiş bulunan millet ve haysiyetine oluyor! Oyun gibi, oyunun herbir “taş”ının da yeniden kurulması gerekiyor.
Not:*DS yazari Dr. Latif Denizci tarafindan 27 Aralik 2007 tarihinde kaleme alinip, Furkan Dergisi’nin Ocak ayi nushasi icin tasarlanan yazi, derginin baska konulara yogunlasmasi sebebiyle bir turlu nesredilme imkani bulamamistir. Aradan gecen zamanla bizim de unuttugumuz bu yaziyi, tesadufen bulduk; burada yayinliyoruz. DoguStrateji Merkezi@