Saturday, April 12, 2008


“Avanak Müslüman Avı”nda İkinci Perde:

“GAZİ PAŞA’NIN 1919 İRADESİ!”




TC Devleti “çelik çekirdeği” –ki artık bu, ne kadar “çelik” ve en önemlisi “tek” parça, tetkike muhtaçdır-, ‘90’li senelerden itibaren “savunma stratejisi”ne geçmiş ve “ilişkili” oldukları eliyle savunma propagandasına başlamıştır. Bunun sebebi, 1950’lerden beri kendisinin “hamiliğini” üstlenen, Ordusundan, Emniyetine, Gizli Servisine, orada kullandığı makine ve teçhizatına kadar her şeyini veren ve kuran Amerika’nın, kendi planları içerisinde katı-laik, katı-oligarşik, katı-faşist, katı-devletçi bir devlet yapısına izin vermeyeceğinin ortaya çıkmasıdır. Amerikanın planları (ki onlar da “taktik-günlük hamle” noktasında değişse de umumi stratejisi açısından değişmiyor, değişmez.) bu makalenin mevzusu değil, mevzumuz bu stratejiye karşı TC Devletinin “çelik çekirdeği”nin geliştirdiği savunma hamleleri…

Şunu hemen söylemek lazım: Bugün gerçekleşen hadiseler, eğer hayat sürüyor olsa idi, Turgut Özal devrinde gerçekleşecek ve yaşadığımız ve yaşanacak olan hadiseler belki şimdiye kadar bitmiş veya bitmek üzere olacaktı, ama TÖ’nun ölümü, Amerikanın planlarını da geciktirdi, TC’nin yaşam süresini de arttırdı. Eğer TÖ yaşasaydı, bugünkü AKP denilen partinin ortaya ÇIKARTILMASI kimsenin aklına bile gelmeyecekti; bu partinin “lider kadrosu” denilenler belki hâlâ milletin kanalizasyon işlerinin kolaylaştırılması, iyileştirilmesi ile belki yabancı ama “İslâmî” bir bankanın felanca bölümünün sıradan bir müdürü olmakla iştigal ediyor olacaklardı! Ama, TÖ’nun yarım bıraktığı İHANETİ tamamlamak bunlara NASİPMİŞ demekki!

Evet bir İHANET ortada, ama kime ve neden?

İşte bu sual, TC çelik çekirdeğinin “savunma stratejisinin” temelini oluşturmakta…

Buna göre, AKP hükümeti ve zihniyeti, apaçık bir ihanet içindedir, devleti ABD’nin boyunduruğu altına sokmuştur, iktisadi pozisyonu tamamen borçlu vaziyete getirmiştir, devletin bütün varlıklarını yabancılara satmaktadır, cumhuriyetin temel direği Ordu ile uğraşmakta, onu yıpratmaya çalışmaktadır, Emniyet güçlerini (ve diğer bürokrasiyi) kendi adamlarıyla-zihniyetiyle ve tabiî ki yandaşı olan “Pensilvanya Cemaati”nin (yani Fetulah Gülen’in) adamlariyle doldurmakta, kadrolaşmakta, bu kadroyla da hem Emniyetdeki hem de Ordudaki “vatanseverlere” pres tatbik edip sindirmeye çalışmaktadır!

Bu, böyle midir peki? Böyledir elbette ve bunda şüphe yoktur ve maddeleştirelim ki, daha net, daha berrak, “beyan eylemiş” olalım:

Bir: AMA, bütün bunlardan, BİZE NE?! Biz, yani, 80 milyonluk HALK, 80 senedir zaten bütün bunları yaşamıyor muyuz, inançlarımıza baskı tatbik edilmiyor mu, biraz sesini çıkaranı fişleyip, mahkemeye sevkedip “at içeri, çıkmak için uğraşsın” diyerek zindanlarda tutmuyorlar mı? İki: İşte, İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu! Adana DGM tarafından “soruşturmaya mahal yoktur” diye kapatılan bir dosyanın “hiçbir lehde ve aleyhde hareket” olmamasına rağmen İstanbul DGM tarafından tekrar açılması ile tutuklanmış, ardından da İDAMA mahkum edilmemiş miydi!? Ne eline bir silah almış, ne bu şekil bir emir vermiş, elinde kalemi olan ve 50 kusur kitap yazmış bir fikir adamı hem idama mahkum edilmiş hem de “KEMALİZMİN FELSEFESİNİ KURMASI” için TELEGRAM denilen işkence metoduna neredeyse 10 senedir muhatap kılınmamış mıdır!?

Bu böyle!

Senelerdir söylediğimiz bir husus vardır ve hâlâ da capcanlı devam etmektedir: Şu an etrafı kaplayan “hainsiniz… asıl siz hainsiniz” tartışmaları, gideceğini gören ve ona göre tavır geliştiren TC çelik çekirdeği ile, gelmek için çırpınan “Pensilvanya cemaati-AKP”nin KAYIKÇI KAVGASIDIR ve işin aslıyla bunlar “canbaza bak!” misali halkı kendi yanlarına çekmek için çeşitli “enstürümanları” kullanmaktadırlar ve bu şekilde gücünü “diğerine” kabule zorlamaktadırlar; 1) şunu bilmek gerekir ki, bunlar bir noktada, muhtelif tavizleri kopardıkdan sonra anlaşacaktır, 2) ardından “canbaza bak!” diye gaza! getirdiklerinin üzerine BİRLİKTE yürüyeceklerdir!

Şu aşamada zaten, “çelik çekirdek”in, “Pensilvanya cemaati-AKP”nin KARARLI bir şekilde üzerlerine gelmesine ve “bazı şeyleri” yapmaya zorlamasına rağmen kılını bile kıpırdatamaması çok şeyleri anlatmaktadır. Şunu bilin ki, (maddeleştirelim) 1) yok Sarıkız darbe planıymış, yok Ayışığı darbe planıymış yok bilmemneymiş , “Pensilvanya Cemaati-AKP”, bu “proje’lerin bir an önce hayata geçmesini beklemektedir! 2) Geçtiklerinde, hem kendi “kadroları’ hem de “canbaza bak!”a kalan halkı da yanına alıp, 80 senedir milletin ensesinde boza pişiren FAŞİST OLİGARŞİK YAPIYI yerle yeksan etmeyi ummaktadırlar ki, bunda da haksız değiller! 3) 22 Temmuz seçimleri ile birlikte başlayan AKP’deki “dini özgürlükler söylemi”, artık köşeye iyice sıkıştırılmış bulunan bu yapının bekledikleri hamleyi yapma zamanının geldiğine inandıklarından, halkı yanlarına çekmenin “haklı” zemini için ortaya çıkmıştır, dense hatalı olmaz herhalde! 4) Ve en önemlisi, “Ergenekon Terör örgütü” üzerine yapılan (ve “adam tanıma” maksadlı olduğu, birbirleriyle hasım olanların bile aynı dosya içine sokulmasından belli olan) operasyon da bunun için ve biz bu noktada 1999 yılında Metris’den yükselen şu yakarışı görüyoruz: “YA RABBİ! KAFİRLERİ HAREKETİMİZİN LEHİNE OLACAK ŞEKİLDE BİRBİRİNE K-I-R-D-I-R!” Aziz, Sabur, Latif, Bedi ve Muntakiym olan Allah, bu duayı şu son senelerde yaşadıklarımızla gerçekleştiriyor, desek haddi aşmış olmayız inşaallah!

“Pensilwanya cemaati-AKP” ortaklığının yaptıkları bunlar; ya karşı grubun yaptıkları!? Bu noktada, söylenecek çok laf var!

80 senedir Müslümanların ensesinde boza pişiren “yapı”, gidici olduğunu gördüğünden, “ortak değerler”, “ortak düşmanlar” lafları ile stratejisini geliştirmeye başlamış ve bunun için de kuzu postuna giyinmiş kurt hüviyetine bürünmüştür. Ve dikkat, taktik hamlelerin başlatılma tarihi, 1999 sonu-2000’in başıdır! Bu tarih, İbda’nın “Metris Hamlesi”nin hemen ardıdır! ’99 boyunca hop oturup hop kalkan bahsettiğimiz iki grub, “olmadı işte olmadı,İislâm devrimi olmadı işte!” diye adeta çocukça sevinerek tekrar eski frekansda ve hatta İbda Mimarı’nın Telegram işkencesiyle “robotlaştırılmak” için Kartal Cezaevi’ne konulmasından da hız alarak daha farklı taktikler geliştirmişlerdir.

Bu taktik hamlelerden biri, “SABATAYİST AVCILIĞI”dır; bilfiil içinde bulunduğum, hamiliğini de üstlendiğim bir “yapı” ile, Müslümanların “büyük” bellediği kimi zatlara karşı “Sabataydir; bu da İslâmın yahudi tesirinde olduğunu gösterir” yollu propagandalarına an be an cevaplarla mücadele ederek, Müslümanları “Gazi Paşa” ama asla “Atatürk” olarak isimlendirilmeyen ve “SEMBOL” haline getirilmeye çalışılan zatın etrafında “Amerikan ve Yahudi emperyalizmine karşı kenetleme” planı güden şizofrenik bir profesör ile ondan arta kalır yanı olmayan bir “araştırmacı gasteci”nin planlarını bozguna uğratdık, desek abartı olmaz! Maddeleştirelim:

1) “Sabataycı kimliğe” herhaliyle uymasına rağmen, bir türlü “Gazi Paşa”ya toz kondurmayan bu iki şizofren, “Gazi Paşa”nın aslında bağımsızlıkçı, antiemperyalist olduğunu, ama bir türlü etrafından tasfiye edemediği İttihatçılar ve Masonların kumpasında bunaldığını, hatalı hareketlerinin de bundan ortaya çıktığını vs. söyleyerek, 2) bütün “kabahatı”, “Sabatayistlerin kurduğu İttihatçı geleneğe” yüklemeye çalışıyorlardı. Ama bunda da bir noktaya kadar başarılı olduklarını kabul etmek gerekir; 3) “Kadiri nisbetli” bazı cemaatlerin, “Gazi Paşa… Mustafa Kemal Paşa… 1919 ŞARTLARI” laflarıyla, bütün kabahati “Sağır İsmet”e, Masonlara, Sabataylara atarak, “Gazi Paşa’nın 1919 iradesi” laflarına başlamaları, 4) o toz duman içinde bu şizofrenlerin başarı hanesine yazılsa yeridir! Aziz Karaca imzalı bir yazıda, 1919 ile şimdinin “şartları” karsılaştırılmakta ve “Soroscular’ın yeni bir Mustafa Kemal çıkmaması için uğraştıklarından… 1919’daki iradeden…” vs. bahsedilmekte!

O yazıya ve “1919 İradesi”nden bahseden yazılara dikkat edildiğinde görülecektir ki, -maddeleştirelim tekrar- 1) önemli olan ne “1919” ne “1919 şartları”; önemli olan sadece ve sadece “Gazi Paşa”! “Gazi Paşa”, TEKRAR SEMBOL haline getirilmeye çalışılmakta ve 2) ne acıdır ki, 80 senedir Müslümanların ensesinde boza pişiren Kemalistlerin “oyununa” da bazı cemaatler ve grublar gelmektedir.

“Parola: Vatan; işareti: Namus” diyerek “1919 şartları”na dikkat çeken ve bunu da sloganlaştıran, geçtiğimiz senelerde vefat eden Atila İlhan’dır ki kuvvetle muhtemel Avdeti kökenli, “antiemperyalist Gazi Paşa’cı”, üstelik bir de “solcu” olan biridir, bu slogan etrafında bir kitap dizisinin yönetmenliğini yaparken, “Yarın Dergisi”ni de “çocuklar durum böyle böyle” diyerek davet ettiğini ve onların da buna icabet ettiğini söylemektedir ki, “1919 iradesi’ciler”in ne mal olduklarını ve hangi “kirli tezgah”ı planladıklarını buradan anlamak gerekir. “Yarın” denilen grubun kökeni “Hizbullah”dır! Bu derginin cemaziyulevvelinden bahsedecek olursak, bunlar 1990’ların “Tevhid Dergisi”ne dayanır; ve bu dergide, 1991’in o sımsıcak günlerinde, İbda Mimarı ve bağlıları, bir başka “vatansever ve Gazi Paşa’cı” Mehmet Ağar tarafından işkenceye çekilirken, şizofren profesörü sayfalarında ağırlamışlar ve “Necip Fazıl, Kemal’in İslâmcılar arasındaki ajanıdır!” gibi laflar söyleyerek, söyleterek HAİNLİKLERİNİ ortaya koymuşlardır birlikte! O dönem, “Gazi Paşa” yok, “Kemal” vardır şizofren profesörün nazarında; konuştuğu dergi “Hizbullahi” bir dergidir, “Atatürk”ü medhetmek biraz “zordur” o sayfalarda o zamanlarda ve o zamanlar şizofren profesörün nazarında ZATEN Atatürk, “Gazi Paşa” değil, “Kemal” veya “Kemal Paşa”dır ve “Aydınlanmayı yarıda bırakmış”tır, bilinen tabirle “gardrop devrimcisidir” ve tabiatiyla “Kemal’in ajanı” lafı damga niyetine kullanılmaktadır. Ve dikkat edin, 27 Mayıs’ın öğrenci liderlerinden, 9 Martçı Baasçı Faşist-Oligarşik ve elbette kapkaraLaik ve muazzam İslâm düşmanı hareketinin de köşesinden de olsa içinde bulunan “planlamacı’sı” şizofren profesör ile dünün “İrancı’sı”, “Hizbullahçı’sı” demek ki gün geliyor “GAZİ PAŞA’NIN 1919 İRADESİ”nde payda olabiliyorlarmış!

Bakın o günlerde, yayınlanan bir kitabında – o esnada “kürtçü laik” Yeni ülke gazetesinin de yayın danışmanıdır- neler söylemektedir:

“-Mustafa Kemal, yirminci yüzyıl Türk politikacıları içinde en temkinlisi ve ufku en dar olanlarından birisidir; yönetime gelmesinde, yorgun ve yenilgiye alışmış yenikçi Türk halkının psikolojisine uygun düşmesinin ayrı bir ağırlığı olduğunu düşünüyorum. Misak-ı Milli, Kemal Paşa’ya ve Kemal Tahir’in romanının adıyla, “yorgun savaşçı” bir kütleye uygun düşüyor. Türklük, Kemalizm’in Misak-ı Milli ilkesini terk etmek zorunluluğunu duyuyor. Yayılmacı bir Türklük geliyor. Tarih Kemal’in yerine Enver’i ön plana çıkarmak üzeredir.

Laflara bakın! Maddeleştirelim: 1) “Yenikçi Türk halkı” denilerek yapılan hakareti görmezlikten gelelim; 2) ama “Türk halkı”nın MK’nin yönetime gelmesine sanki rıza gösterdiğini ima eden ve üstelik de “Kemalizmin Misak-i Millisi”ni kabul ettiğini iddia eden satırlara bakalım. “Kemalizmin Türk insanı” denilmesi, “Kürtçü-Laik” Yeni Ülke gazetesi “modunda” bir “bölücülük” yapılarak, Anadolu müslümanlarını ırki şubelere bölmek bir yana, “Başkan Apo” diyeceği ve “Kürtçü 28 Şubat için Başkan Apo’nun yanındaydım!” laflarının girizgahı-peşrevi olsa gerek, geçelim. Evet, son Osmanlı Meclisi’nin kapatılmadan hemen önce ve “nefes almak için durulacak duraklar” manasına kabul ettiği ve Anadolu insanının uğrunda can verdiği Misak-i Milli ile, MK’in anladığı Misak-i Milli arasında FARK vardır; birincisinde, Musul vardır, Batum vardır, Halep vardır, Batı Trakya vardır, ama ikincisinde “Musul için kan dökmeye değmez, Batı Trakya için hiç uğraşmayın, basın (Lozan’da) imzayı gelin!” gibi bir emir sebebiyle hiçbiri yoktur!

Peki bu emri kim vermiştir? “1919 iradesi”nin sahibi, “antiemperyalist Gazi Paşa Hazretleri”!!!

Hiçbirşey olmasa bile, sadece ve sadece şu yukarıda naklettiğimiz cümle, “GAZİ PAŞA’NIN 1919 İRADESİ”nin, kelime oyunu yapalım, “irade” değil de İDARE İŞİ olduğunu göstermeye yeter! Kimi? Tıpkı “Sabatayist Avcılığı” ile birtakım din büyükleri “sabatayist” ithamına maruz bırakılarak, savunmasız, güçsüz, iradesiz, kendine güvensiz bırakılmaya çalışılıp, “etrafı Masonlar ve Sabataylarca çevrilmis ve nihayetinde de Mason doktorlarca yanlış tedaviye tabi tutulup öldürülmüş Gazi Paşa”nın etrafında birleştirilmeye çalışılan “kimler” ise işte onları “idare etmenin” cicili bicili bir ambalajıdır “1919 İradesi” lafi!

Anlatabilme kolaylığı açısından maddeleştirelim: 1) “1919 İradesi” demek, BU MİLLETE HAKARETDİR! İki: Koskoca milli mücadeleyi TEK ADAM’a bağlamak demektir! 3) Tamam, şizofren professor ve mevta –muhtemel- avdeti şair, sol bir gelenekden geldiklerinden “liderleri putlaştırrmaya” demesek bile “dikta-törlük”e alışıktır, yatkındır, meyyaldir ve zaten 9 Mart’da başarsalardı bu memleketde kurulacak olan sehpalardan millet olarak bunu “idrak” edecektik. 4) Bu ifade, “Gazi Paşa’nın 1919 İradesi”, bu milletin, 1919’a kadar, tam tarih verelim 19 Mayıs 1919’a kadar yan gelip yattığını söylemek demektir ki, tek kelime ile ayıptır ve yazıktır ve dahi günahdır! Açın “İnkılap Tarihi” bile olsa tarih kitaplarını ve okuyun o tarihe kadarki MİLLİ İRADEYİ! Ne “Gazi Paşa’nın 1919 İradesi” yahu! Eğer, sonradan sürüm sürüm süründürdüğü, sehpayı gösterip korkutmaya çalıştığı Karabekir Paşa olmasa, o refere etmese, Erzurum Kongresi’ne bile katılamayacak biridir o tarihlerde, “Gazi Paşa”!.. 1) BİLMEYENLER ÖĞRENSİNLER, milli mücadelenin rotasını çizen İRADE, Erzurum Kongresinde tecelli etmiştir, bu kongreye Karabekir Paşa’nın refere etmesiyle ve bir kişinin de yerini vermesiyle son anda katılmıştır “Gazi Paşa”; 2) sonradan en yakın adamları olacakların “Amerikan Mandası” isteyecekleri ve tamamen bu tartışmanın ısrarlı oturumlarına sahne olan Sivas Kongresi, aslıyla milli mücadeleye fazladan bir şey katmayan, Erzurum Kongresi’nin tekrarı ama “Gazi Paşa”nın kontrolündeki bir kongredir ve önemi de sadece ve sadece bu noktadadır! Ve 3) “Gazi Paşa’nın 1919 İradesi” diyenler, Karabekir Paşa’ya yazdığı bir mektubda “ŞU AMERİKALILAR MANDA MESELESINI KABUL ETSE DE KURTULSAK!” dediğini nereye koyacaklardır, buyrun onların problematiği bu olsun! Bu noktada da şu ortaya çıkıyor, eğer “1919 iradesi” vurgusu, “Gazi Paşa”ya “milletin iradesini temsil ettiği” için nispet ediliyorsa, Sivas Kongresindeki “manda lafları” ile Karabekir Paşa’ya yazılan yukarıdaki cümleye bakarsak, “Gazi Paşa’nın iradesi” ile “milletin iradesi” FARKLIDIR!

BİLMEYENLER ÖĞRENSİNLER yine, “Gazi Paşa”, 1919’a gelirken, hiçde öyle “gazilik” felan gibi rütbeleri alacak işlerle ilgilenmiyor, hatta kafasının uzağından bile geçirmiyordu, desek yeridir. “Gazi Paşa”, 1918 yılı boyunca parti-pırtı işleri ile, hükümeti kimin kurması gerekliliği üzerine sağa-sola mektublar yazmakla meşguldü. Hatta şöyle diyelim, Ahmet İzzet Paşa’nın bir hükümet kurması gerektiğini ve kendisinin Harbiye Naziri olarak ve isim verdiği arkadaşlarının da işaretlediği nazırlıklarda vazifelendirilmesini bir mektubunda “arz etmiş” ve bu hükümet kendisi hariç aynen kurulmuştur! Bu hükümetin “ateşkes imzalamak için uğraşması” gerektiğinden de bahsederdi o mektubunda ki, (işte onun “İttihatçı aleyhtarı” olarak tanınmasına sebeb olan “unsur” budur; İT’ciler “barış” lafını duyunca çok kızıyorlardı ve hatta kendi tetikçilerinden Yakub Cemil’i bile bu sebeble idam etmişlerdir), işte bu hükümet, Anadolunun işgal edilmesine (7. maddesi nedeniyle) sebeb olan Mondros Mütarekenamesi’ni imzalamıştır! “Gazi Paşa’nın 1919 İradesi”nden bahsedenler, “Gazi Paşa’nın 1918 iradesi”nden habersiz midirler acaba!? Bir de bir “Sultan” ile evlenmeyi ve Hanedana dahil olmayı planlamaktadır “Gazi Paşa’nın 1918 iradesi”… Hatta bir ara, hükümetden memnun değildir, ne kadar “arz ederim”li mektublar yazmış olsa da kale alınmıyor hissine kapılır, DARBE PLANI yapar, hükümeti devirecektir kısaca! Önemlidir, 1) O kadar meşguldür ki bu “tür” işlerle, Karabekir Paşa’nın kendisini Anadolu’ya davetine, “işlerim düzelince gelirim” diye baştan savma bir red cevabı bile verir! Ve 2) Karabekir’in aynı davetine İsmet Paşa “umutsuz durum” diyerek karşı çıkmıştır ve 3) ne gariptir ki, Anadoluya gitmemek için uğraşanlar sonradan “Tek Adam” ve “İkinci Adam” olmuşken, onları refere eden adam ise “İstenmeyen Adam” oluvermiştir!

Şu “1919 şartları ve iradesi” lafı, bir devirler, Müslümanların önüne zoka olarak sürülen “1921 anayasası”na da benziyor; hani orada “TC, bir İslâm devletidir” diyormuş ya… Bizim “legal siyasiler” de, ki, bunun başında, yine bir Avdeti olan ve 9 Mart’ın içinde bulunurken saf değiştirip 12 Mart’ı yapan Muhsin Batur’un ta İsviçrelere kadar gidip, “gel, makamına geç, kimse sana dokunamaz” güvencesi vererek getirdiği Zat bulunmaktadır ve “getirilme sebebine” uygun davranış olarak “bu devleti, cumhuriyeti müslümanlar kurdu aziz kardeşlerim, ama sonradan masonlar, batı klüpçüler ele geçirdi, şimdi biz yine onu eski haline getireceğiz ve hatta yaşasaydı, Atatürk bile bizden olurdu” demeye başlamıştır, kısaca, “SİYASİ YELPAZEYE MÜSLÜMANLARI PERÇİNLEME HAREKATI”nın eski bir “oyunu”dur bu “1921 Anayasa’cılığı”…

Şu husus da önemlidir: “Gazi Paşa’nın 1919 İradesi” ve “1919 şartları” lafları, BİZİM sözlerimiz değildir; bunlar İSLÂM’IN YANINDAN BİLE GEÇMEYECEK OLANLARIN laflarıdır ve “irade”den kasıt “KANLA İRFANLA KURDUK BİZ BU CUMHURIYETİ” mısralarında gizlidir; “1919 şartları”ndan kasıt da bu “irade” ile kurdukları devletlerinin “darboğazı”nı işaretliyor… Başta dedik: İYİ DE BİZE NE?

Şu andaki kapışma, “Pensilvanya cemaati-AKP” ile “Çelik Çekirdek” arasındaki kayıkçı kavgasıdır ve BİZİ İLGİLENDİRMEMEKTEDİR…

Bizi ilgilendiren şudur: Bu kavgayı “Ya Rabbi! Kafirleri hareketimiz lehine olacak şekilde birbirine kırdır!” duasının bereketi ve kabulü noktasında ZEVKLE seyrediyor, birbirlerini yemelerini ve birbirleri hakkında söylediklerini “el-hak doğrudur!” diye cevaplıyor ve kendi GEMİMİZİ YÜRÜTÜYORUZ! İki tarafın da bu memleketin hayrına düşünmediğini, kendi çıkarları için mücadele ettiklerini biliyoruz ve bekliyoruz DİMDİK VE S A P M A D A N DURARAK, çayımızı içmeye, sohbet etmeye ve “n’olcak bu memleketin hali” sorusunun cevabını MAKAMINDAN ALMAK İSTEYECEK OLANLARI bekliyoruz…

Bir nokta daha…

Şizofren professor, yukarıda iktibas yaptığımız yazısında Yayılmacı bir Türklük geliyor. Tarih Kemal’in yerine Enver’i ön plana çıkarmak üzeredir diyor… “Yayılmacı Türklük” dediği, “emperyal vizyon” ve bunun içinde –kendi ifadesiyle- “ufku dar” olan “Kemal Paşa” YOK! Kim var? Enver Paşa! Bu kim? İttifak ile kabul edildiği üzre, “ÜÇ BEYİNSİZ”lerin en hayalperest ve en tehlikelisi! Bugünkülerin, en son şu kara harekâtında görüldüğü üzre, “TSK en kara kış ikliminde bile harekât yapabilecek güce sahiptir ve bunu da göstermiştir” demek için üç aylık eğitimli, daha ana kuzusu kıvamındaki askerleri gerilla tarafından biçilme ve donma riskine atmalarının öncüsü yani, “vatandaşın Memedi çoooookk!”un ilk tertipcisi biri! Bırakın bunları, Yakup Cemil, Yenibahceli Şükrü, Süleyman Askeri gibi “tetikçileri” ile Sultan Abdulhamid Hanı iktidardan indiren ve memleketi savaşlara ve açlığa mahkum eden ve ardından da bu savaşlarda “Memedleri” kıtır kıtır kestiren BÜYÜK HAYALPEREST! (Geçtiğimiz senelerde bir asker eskisinin lafı vardı, “Galiçya’da, Yemen’de ne işimiz vardı?” diye, bu meyanda kabulümüzdür! Bu büyük hayalperest Enver Paşa’ya kalsa, Afganistan’a, İran’a da ordu sevkedecektik!) şizofren professor ve ondan arta kalmayan “gasteci”, serde olan “teşkilatçılık” veya “teşkilat-ı mahsusa özentiliği” sebebiyle, işte “Kemal”i safdışı bırakıp, yerine “Enver’i” yerleştirmeye çalışıyorlar! Sebeb? Enver, Almanyanın “Doğu’ya doğru!” siyasetinin en hayalpereset ve en candan destekçisidir ve dikkat ediniz, Osmanlı’nın Avrupadaki topraklar üzerinde hiç uğraşmaz, devamlı ortadoğu ve en fazla da Asya ile ilgilenir. Baştan itibaren Osmanlının Avrupa ile alakası olmadığını, “misyonun” Asya ile alakalı olduğunu kabul eder ve en önemlisi, şizofren professorun kopya çektiği üzre Türkler arasında bir birlik sevdasındadır, bu da şizofren professorün –güncelleyerek söylediği- “DOĞU BİRLİĞİ” dediği nesne ile aynıdır. Bu, Avcıoğlu’ndan itibaren gerek Galiyevist gerek Marksist ve –ne demekse- “Kemalist Sol”un “ideolojik duruşu”nu gösterir: Bütün hesap, Doğu üzerine. Rahmetli Üstadımız Necip Fazıl’ın dediği “Solcular benim İdeolocya Örgüsü’nden, kendilerine ideolocya devşiriyorlar!” dediği husus bu olsa gerek; ama her kopya gibi, hatalı, sahte: Necip Fazıl’da “doğu” bir fikir’dir, bir remz’dir, bunlarda ise “madde”!

Mamafih ortada olan şudur: Bugün gerek ABD’nin ve Londra’nın gerek buradaki sacayakları “Pensilvanya cemaati ve AKP”nin ve gerek karşıtlarının ortak noktası, telaffuz ettikleri “BÜYÜK DOĞU” veya “DOĞU BİRLİĞİ”dir ki bu da eski Osmanlı Devleti’nin, reforme edilmiş halidir! Yapılan, İbda’nın “BÜYÜK DOĞU DEVLETİ-BAŞYÜCELİK DEVLETİ”nin SAHTESİNİN iktidara getirilmesidir kısaca; bu o kadar açıktır ki, bu “Ulusalcı” veya “Pensilvanya cemaati-AKP”nin veyahut onlara tabi olmuşların, mesela kendinden menkul bir “Bosna hakanlığı” sözkonusu olan bir “gasteci”, geçtiğimiz ay kaleme aldığı yazısında onca “devlet projeleri”ni sayar, artık ahı gitmiş vahı kalmış “görüş”leri bile “proje” olarak dile getirirken “BOP”un Türkiye’ye takdimi esnasında, yazı yazdığı gazete de bile “BOP, aslında Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu İdeali’ne benziyor ve şimdi iktidarda olan (AKP) partinin kadroları onun talebeleri” diye yazılmışken, işte o yazdığı “projeler” yazısında “BAŞYÜCELİK DEVLETİ-BÜYÜK DOĞU DEVLETİ”nin lafını bile etmez!!!

ÇÜNKÜ BİZ GÜÇLÜYÜZ!

ÇÜNKÜ BİZ GELİYORUZ!

ÇÜNKÜ ENGELLEYEMİYORLAR VE SAHTELERİYLE İNSANIMIZI ÇALMAYA ÇALIŞIYORLAR!

Ne kadar uğraşırlarsa uğrasınlar, “hamam oğlanı”na dönmüşleri tekrar “BİRLİK SEMBOLU” haline getirmeye çalışsalar da, “1919 İradesi” diye milletimizin ruhuna oynamaya kalkışsalar da “kanla irfanla kurdukları cumhuriyet”leri etrafında kenetleme çabaları başarısız kalacaktır! Niye? Çünkü BİZ İSTEMİYORUZ VE BU OYUNDA Y O K U Z !

Gerçekten vatanı mı düşünüyorsun, gerçekten anti-emperyalist misin, gerçekten anti-siyonist misin! O halde buyur, BÜYÜK DOĞU DEVLETİ-BAŞYÜCELİK DEVLETİ FİKRİNE gel!

Gelmezseniz, biz zaten gelmiyor ve –“Gazi Paşa’nın 1919 İradesi” laflarıyla düştüğünüz halleri, birbirinize olan husumeti, “KAFİRLERİ BİRBİRİNE KIRDIR” duasının tatbikati olarak, hikmetle, dehşetle, hayretle ve haşyetle ZEVK içinde seyrediyoruz! Nasıl olsa, şimdi gelmeseniz bile, yakında sürüne sürüne geleceksiniz! Söylemedi demeyin! Çünkü bu oyun bizsiz kurulmaz, oynanmaz ve bitmez!


Salih Demirci


(Furkan Dergisi, Mart 2008)

No comments: