Saturday, July 19, 2008

“İdeolojik Formasyon”
Üzerine Bazı Hatırlatmalar!

Selim Gürselgil



І

Üstad, Bursa’da komünizm hakkında konferans verecekmiş. İmamın biri de tutmuş, takdime kalmış: ─ Üstad Necip Fazıl, komünizmin kötülüklerini anlatacak. Biz ki, kapitalistiz! Üstad arkadan “çüşş!” diye bağırmış: ─ Komünizme karşı olmak başka şey, kapitalizm mezhebi başka şey!.. Hikâyeyi hatırladınız... Ama iş, birisi anlatınca değil, “yeri gelince” hatırlamakta... Buna “ideolojik formasyon” diyoruz. Bir güreşçi -“pehlivan” demiyoruz-, bir halterci düşünün. Günde şu kadar saat idman yapmadığı takdirde, formunu koruyamaz. Meselâ halterci, formunda olduğunda 200 kg kaldırıyorsa, formunu kaybettiğinde 150’ye, 100’e düşer. Zihnin hâlleri de buna benzer. Dahası “ideolojik formasyon” dediğimiz şey de buna benzer. İdeolojik form’u korumak için, sürekli zihnî/ideolojik idmana ihtiyaç vardır. İdmanın hakkını vermeyen, müsabakanın da hakkını veremez.

ІІ


İmdi, biz diyoruz, “Niye kemalistlik yapıyorsunuz?”... Adam diyor, “Çünkü AKP çok kötü!..” Biz diyoruz, “Niye darbe çığırtkanlığı yapıyorsunuz?” Adam diyor, “Çünkü demokrasi çok kötü!..” Tıpkı diyanet imamının, “Komünizm çok kötü, biz ki kapitalistiz” saçması... Yahu, sizden “AKP çok iyidir, demokrasi çok güzeldir” demenizi isteyen mi var? Yok. Herkes ne halt olduklarını biliyor. Peki, darbe ve kemalizm -nâm-ı diğer “ulusalcılık”- çok mu iyi? Siz, bu milletin yeni bir 12 Eylül’e ihtiyacı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Kurtarıcımız yeni bir 27 Mayıs mı olacaktır? Gençliğin cop hizasında kuyruğa geçirilmesi özlemi mi duyuyorsunuz? Eğer çare bu ise, önceden haber verin de bize, tüyelim... Olmaz a!..

III


Ben bir Türk olarak “Göktürkler”de kendimi bulamam. “Ergenekon” masalına inanmam, “Kürşat” efsanesine aldanmam. “Bozkurt” edebiyatı bana soğuk gelir. Gerçi Göktürkler’in, bu efsane ve masalların hiçbirini bilmiyor olmaları kuvvetle muhtemeldir; bunlar, daha ziyade Çinli belgelerin anlattığı cinsten -ne mânâya geldiği günümüz insanına kapalı- hikâyelerdir. Fakat madem bugün bu hikâyeler onlara yakıştırılıyor, doğru farzedelim: Ne yani, Ergenekon vadisinden demir döve döve çıktıktan sonra, bir de Nevruz kutlamamız mı gerekecek? Yoksa, Ergenekon efsanesinin “Demirci Kawa” masalına bir hayli benzediğini ve oradan “esinlenilmiş” olabileceğini söyleyecek olanların, “buduncu gerçekçilik” adına suratını mı paralayacağız? Geçiniz baylar... Bunlar Türkler’e ait olsa bile, onların “küfür” devresine ait işlerdir. Bizim için hiçbir önemi yoktur. Benim için, Türk’ün yokluktan varlığa çıktığı gün, Dandanakan Meydan Muharebesi’ni kazandığı gündür. Devâsâ Gazne ordusunu parçalayan bir avuç Selçuk yiğidi, Göktürkler’in saçma sapan hikâyelerinden çok daha fazla övgüye layıktır. Dandanakan şanlı bir tarihtir: Ergenekon ise ipe-sapa gelmez bir masal...

IV


Ama bazıları, şanlı tarihi kirletmek için, sanki fazladan mesai yapıyor. Türk’ün tarihi, kahramanlık tarihinin başköşelerinde yer tutar. Türk, İslâm sancağını şerefle dalgalandırdığı için büyüktür. Yoksa, Türk’ü İslâm’dan ayırmak, onu “ulusalcı” uçurtmaların kuyruğuna jilet diye bağlamak, onun tarihine yapılmış en büyük hakarettir. Türk’ün tarihine şan veren “kurtlar vadisi” değil, İslâm sancağı olmuştur. Tarihi kirletmekse, istikbâli kirletmekle aynı şeydir.

V


Tarih nasıl kirletilir? Darbe çığırtkanlığı yapmak, tarihi kirletmektir. “Sen darbe kuşu muydun, maksadın bu muydu?” derler adama... Diyorlar da... AKP’nin kötülüğünü anlatmak için, bundan daha kötü bir yol seçilmez. AKP kötüdür. AKP, iktidara gelir gelmez ilk iş olarak İbdacılar’a saldırdığı için, İbda Mimarı’nı efsanevî bir işkenceye tabi tuttuğu için, yalnızlaştırdığı için, 15-20 Kasım’da “Bana verilen mesajı ayağımın altında çiğniyorum” dediği için, “Din milliyetçiliğine karşıyım” dediği için, Müslüman direnişçileri ABD’ye sattığı için kötüdür. Hatta AK Parti değil, BOK Partidir. (Büyük Ortadoğu Kalkınma Partisi) Ama kendi politikasını kendi yapan şerefli bir davanın mensupları, AKP’ye nerede karşı geleceğini, nerede karşı gelmeyeceğini, asla taraftar olmayacağını kendi bilir. “Alemdaroğlu Yunan’a babalanmıştı, ona dokundurtmayız” gibisinden saftorik muhalefet, ihtilâlcilik değildir. Tarih, işte böyle kirletilir!..

VI


Tabiî... Tabiî böyle yazılır. Sırf bunu böyle yazmamanın bile “ideolojik formasyon” bakımından ne büyük zaaf olduğu malumdur. Malum değilse... Dönme şivesiyle İslâmcılık yapılmaz. Metiner ağzıyla İhtilâlcilik olmaz. İhtilâlci, kendi ideolojik diliyle konuşur. “Demokrasi, kötünün iyisidir.” Evet, Aristo böyle der ve haklıdır. Çünkü demokraside iktidar sınırlandırılmış ve dağıtılmıştır. Kötülük sınırlandırılmış ve dağıtılmıştır da diyebilirsiniz. İslâmdışı diktatörlüklerin en iyisine karşı, demokrasinin en kötüsü yeğdir. Çünkü İslâm’dan başka hiçbir mihrakın “dikte etme” hakkı yoktur. Diktatörlük, kötülüğün tek elde toplanması ve zorla tatbik edilmesi demektir. İslâmî rejim (Başyücelik rejimi) öyle sanıldığı gibi, diktatörlüğe demokrasiden daha yakın falan da değildir. İslâm’ın “dikte etme” hakkını mündemiç bir “aydınlar aristokrasisi”dir. Tek kelimeyle, demokrasiye karşı gelmenin en kötü yolu diktatörlük propagandası yapmaktır.

VII

Demokrasi palavrasına inanmıyoruz. Gerekçeleri “Başyücelik Devleti”nde... Ama şuna da inanmıyoruz: “Partiler kapatılsın!..” Bu yarım bir görüş. Tamamlanacak olursa: “Sadece partileri kapatmakla olmaz.” Nasıl olur? Sendikalar, dernekler, vakıflar da kapatılmalı...” Geriye ne kalır? “Gazeteler, dergiler, radyolar, televizyonlar...” Biz böyle bir hâl karşısında, gerekirse demokrasi mücadelesi verenlerin yanında oluruz. Kuzey Kore’de diri diri toprağa gömülmektense, Güney Kore’de zindanlara takılmaya râzı oluruz. Çünkü Büyük Doğu-İbda mücadelesi, her şeyden önce fikir mücadelesidir. Fikir mücadelesi, fikrin konuşulabildiği şartlarda verilir. “Söyletmen vurun”cu ortamlarda değil...

VIII

Çeyrek akıllı bir fahişe çıkmış, “Benim oyumla dağdaki çobanın oyu niye eşit” diyor. Aynı kelimelerle bazan taban tabana zıd şeyler kastedilir ve baştanbaşa İbda Külliyatı’nda bu anlatılır ya... Çeyrek akıllı fahişe, -hâşâ- İmâm-ı Gazalî yerine koyabilir mi kendini? Dağdaki çobanın oyu, bu zavallının oyundan -“İnsan” olmaklık bakımından- daha aziz değil midir? Kimse çıkıp bunu demedi. Halbuki biz demokrasiye tam da bu yüzden karşıyız. Böyle sefillere oy hakkı, söz hakkı, hatta sokaklarda serbestçe dolaşma hakkı verdiği için... “Aydınlar aristokrasisi”... Biz, o ceylânın vurgunlarıyız!..

(Furkan Dergisi'nin 26
ncı sayısından iktibas edilmiştir)

No comments: