Tuesday, September 23, 2008

CEPHE

Salih Demirci

Doğu Strateji ve Tahlil Merkezi


GİRİŞ

Türkiye büyük siyasi değişikliğin önüne geldi ve duruyor.

Durması, iradi bir durma değil, sözün gelişi söylenmiş bir kelime; siyasi değişiklik, yanında ne gibi menfi veya müsbet vukuatları meydana çıkaracak bilinmez fakat kararlı olarak geliyor.

Kim getiriyor, neleri amaçlıyor; değiştirilecek olan veya olanlar kim ve neler meydana gelebilir?..

Bu soruların bazıların cevabları pek belli değil.

Cevabı belli olanlar, değişikliği isteyen gücün ABD-İsrail ekibi olduğu; değiştirilecek olanın da Kemalizm ve “Ulus Devlet Sistemi” olduğu...

Peki 80 senelik bir devlet "geleneğine” sahib, hatta biraz daha geriye atarsanız 1850’lere kadar götürürseniz, (Jön Türkleri de katabilirsiniz) 150 senelik bir “köke” sahib olan Kemalist kuvvetler, en az 15 seneden beri ortada olan ve son üç senedir de iyice hızlandırılan bu “projenin” karşısında durabilirler mi yoksa “buyrun, sizin olsun!” deyip çekip giderler mi?..

"Genç subaylar rahatsız!” olduğuna göre, ikinci seçeği tercih etmelerine imkan vermiyoruz.

Hatta, "genç subayların” ve bütün subayların başı General Zwi Özkök’ün söylediğine nazaran, “Genelkurmaylık rahatsız” olduğuna göre, bazı şeylerin beklenmesi ve dünya hakimiyetine oynayan iki büyük siyasi ve askeri gücün planlarının biraz da “kanlı” olması beklenebilir.

Açık söylemek gerekirse, İTİN İTİ KIRMASI gibi bir pozisyon mevzubahis...

Bizim için bir "sorun" yok, isteyen istediğini yapsın, DENEBİLİR Mİ?..

Canalıcı, hayati sual bu.

İt dalaşında ABD-İsrail kuvveti, avantajlı pozisyonda...

Ülkede "huzur ve güven ortamı” var...

Bir harb olmuş yanımızda ve “ülke ekonomisinde ağır bir zayiat yok”...

"Ekonomik göstergeler" normal...

"Büyüme" yükseliş trendi halinde...

Türk Lirası Dolar karşısında değer kazanıyor ama faizlerdeki küçük yükseliş dışında pek bir “sakıncalı” durum yok ve Doların yükselişi için de Hazine harekete geçti...

Kısaca “iktisadi entrümanlar” uygun şekilde kullanılırsa iktisadi ve mali durum düzenlenebilir, gözüküyor.

Bunun yanında AKP hükümeti, “dış politikadaki sorunları” bir bir halletmenin ve “Devletin başına bela olan” meseleleri “altetmenin” yollarını arıyor.

Kabul edilsin veya edilmesin Kıbrıs’ta ve Ege’de kış uykusundan kalkınılmış ve “bir şeyler” yapılmaya başlanmış.

Basın dünyası Hükümeti küçük çatlak sesler dışında arkalıyor.

"Toplumsal barışı tesis için” harekete geçilmiş ve “PKK’li vatan evladlarını kucaklamak” için “Pişmanlık Yasası” asla olmayan “Huzur Affı” çıkartılmasının son noktasına gelinmiş.

Adalet işleyişindeki “eşitsizliği” ortadan kaldırmak için “CMUK”ta restorasyon yapılmaya başlanmış.

Hortumculara yönelik çalışmalara start verilmiş.

Vesaire vesaire vesaire...

AKP hükümetinden Türkiye YANSITILAN "iyi şeyler” bunlar.

Açık söylemek gerekirse, evinden işine giden ve bayağı da “şehirleştirilen” tabiatiyle de “kapitalistleştirilen/bencilleştirilen” (buna “birey’leştirme diyebilir ama asla Şahsiyet’leştirme demek mümkün değil.) seçmen kitlesi için bunlar “İYİ GÖSTERGELER” olarak değerlendirilmektedir.

Peki şu “rahatsızlıkları” söylenen Genç Subaylar takımı ve hatta Genelkurmay bölüğü nelerden “rahatsızlar?”

Bürokrasiye yapılan irtacai atamalardan rahatsızlar...

Apartman altlarına açılan “küçük mescidlerden” (ne demekse?.. mescid, zaten “caminin küçüğü” manasınadır, bunun “küçüğü” ne olaki!) “rahatsızlar”...

Meclis Başkanının türbanlı eşinden “rahatsızlar” ve boşatmaya niyetliler...

Milli Eğitim Komisyonlarında görüşülen ama her zaman “bir sonraki döneme” ertelenen öğrenci affı içerisine sokuşturulmaya çalışılan “türban affı”ndan “rahatsızlar”...

Bir de bunların “sosu” olarak “ulus devletin bağımsızlığına halel getirilmesinden” rahatsızlarmış.

ESAS GİRİŞ

Şimdi bu anlayıştaki insanlar, “rahatsız” oldukları sebeblerden ötürü, BU ÜLKE İNSANIN ZERRE KADAR UMURUNDA olmaz, bu bir!

İkincisi, CEHENNEME KADAR da derler...

Üçüncüsü, millet aya giderken, bizim "yaya" kalmamızın sebebinin hangi GERİ ZEKALI SÜRÜSÜ olduğunu herkes görür.

Ülkenin manzarası bu...

Bunun yanında...

Memlekette yapılması planlanan “mevzuat değişiklikleri”nin, memleketi “Batı standartlarına” yaklaştırması ve tabiatiyle de büyük bir bela olan Laiklik meselesinin de “Batı normlarında” halledilmesi gündeme gelmektedir ki, AKP hükümetinin en büyük kozu da budur.

Böylece insanımız, “Laikçi”lerin baskısından kurtulabilmek için AKP’ye dolayisiyle de Avrupa Birliği’ne “ram” kılınmıştır.

Özellikle belli bir cenahın bundan dönüşü yok gibi...

Aşkın gözü kör etmesi gibi, sadece “Laikçi zihniyetten” kurtulmak için, hükümetin diğer meselelerde ortaya koyduğu falsoları görmemekte ve “Avrupa Birliği”ni yeni bir “Kızıl Elma” gibi algılamaktadırlar.

Avrupa Birliği’ne karşı çıkanların başında Kemalist “elitler” gelmekte..

Açık yazmak gerekirse bu karşı çıkışları da “memleketin evladlarının” pek derdi değil.

"Ulus devlet yıkılacak”mış..

Memleket evladı diyor ki, “bana 80 senedir kök söktüren bu ulus devlet, cehennemin dibine!”

"Hakimiyet devredilecek"miş...

Memleket evladı diyor ki, “bu devlet zaten benim hakimiyetimde değil ki, cehennemin dibine!”.

"Kıbrıs peşkes çekilecek”miş...

Memleket evladı diyor ki, “üç defa bedelsiz alma durumu olduğunda almadınız ve memleketin başına bela kıldınız, şimdi de bahene kılıyorsunuz, cehennemin dibine!”

Doğrudur aslında, Avrupa Birliği’ne girildiğinde veya sürec hızlanmaya başlandığında Kemalistlerin bahsettiği hususlar bir bir gerçekleşecek ama bunun gerçekten de “memleketin evladlarını” direkt olarak ilgilendiren bir hali sözkonusu değil.

Dört defa ihtilal-darbe yapılmasının sebebi, halk iradesinin tesisinin görülmesi ve Kemalistlerin memleket idaresinden uzaklaşma ihtimalinin ortaya çıkması değil miydi?

O halde, bu memlekette halk iradesi işbaşında değilse, ki öyle ve hala öyle, iradeyi ellerinde tutanların Avrupa Birliği’nden rahatsız olması gerekir ki, Kemalistlerin vaveylasının sebebi de işte bu zaten...

GELİŞME

Maddi olarak bakıldığında, iktisadi ve siyasi “huzur” ortamı doğacağından ötürü, “memleket evladının” bu İT DALAŞINDA Kemalistlerin yanında yeralmasını beklemek saflık üstü bir tanıma sahiblikle eşdeğer olacaktır.

Şimdi şu “rahatsızlar” cihetine bir bakalım; tabii ki bunlar “sözcü” hükmünde olanlardır ve ekabir takımının da zihniyet olarak bunlardan bir farkı mevcut değildir.

CHP’nin yobaz takımı... Zwi Kemal Alemdaroğlu, Zwi Kemal Gürüz, Zwi’ye Nur Sertel, General eskisi Osman Öztürk, Vural Savaş, Mustafa Balbay, Emin Çölaşan, Zwi Bedri Baykam, Doğu Perinçek, Oktay Ekşi, Zwi Ertuğrul Özkök, General İlhan Kılıç, Zwi Kemal Yavuz, Zwi Erol Manisalı, General Yaşar Büyükanıt, Zwi Sedat Ergin, Zwi Sedat Sertoğlu, İlhan Selçuk vesaire...

Şimdi bunların “rahatsızlıkları”, emin olunuz ki, “memleket evladının” ZERRE KADAR UMURUNDA DE⁄İL.

Bu İT DALAŞINDA, bu “rahatsızlıkları” yapanların cihetinde kimler var?..

AKP ekabirleri... Zwi dostu RTE, Zwi mutemedi A.G., Zwi Cüneyt Zapsu, Zwi "dergahı” TÜSİAD, Zwi Rahmi Koç, Zwi Nazlı Ilıcak, Verso’cu Erhan Göksel, Zwi Cengiz Çandar, Fehmi Koru, Zwi Eser Karakaş, Kanal 7...

İki grubun azalarını da arttırabilme imkanınız mevcut ama kamuoyunda ünlenenleri işte bunlar...

Bir de bunların arasında gidib gelen, “trafikçilik” yapan, her iki kesimin de haklı oldukları tarafları alıp, “eklektik” tarzı gerçekleştirmeye çalışanları var ki, bunların başında Toktamış Ateş, Zwi Çevik Bir, Ahmet Taşgetiren, Zwi dostu Cem Uzan geliyor.

Peki HALK NEREDE?..

Net olmak gerekirse, halk hiçbir yerde!..

O, "ekmek derdinde, aş derdinde”...

ESAS GELİŞME

Başta sorduğumuz soruyu tekrarlamanın yeridir:

Bizim için bir "sorun" yok, isteyen istediğini yapsın, DENEBİLİR Mİ?..

Can alıcı, hayati sual bu.

Bu İT DALAŞINDA iki tarafı da kendi haline bırakıp, “aradan sıyrılmak” mümkün mü?..

İki tarafın kendi hakimiyetleri için birbirlerini ezmesini seyretmek, mümkün mü?..

Kısaca:

NE YAPMALI?..

Zwi Genaral Özkök’ün açıklamasında, “8 Ocak’ta yaptığım açıklamaları iyi okuyunuz, orada rahatsızlıklarımız anlatıldı... Bunlar artarak da devam ediyor”, dediğine göre ve “28 Şubat’ı doğuran şartlar devam ettiği müddetçe, “darbe olur mu?” sualinin cevabını vermek istemiyorum!” sözüne nazaran NE YAPMALI?..

Öncelikle, bütün bu olan bitene karşı, “rahatsızlık kaynağı AKP” ne yapıyor, diye bir bakmak lazım ama, bakmaya değer birşey yapıldığını söylemek mümkün değil.

"İç dinamikler” açısından ellerini kıpırdatmıyorlar; eğer Genelkurmay kendilerine bağlıysa, ister örtülü değin ister açık deyin ama basbayağı “tehdit pozisyonuna” geçmiş bu Komuta Kademesini iki ay sonra ve hatta hiç beklemeden hemen şimdi EMEKLİYE ayırmalıdırlar.

Var mı böyle bir gelişme; YOK...

Zwi mutemedi A. Gül, "onların bir görüşü varsa halkın da bir görüşü vardır!” diyerek, kendisinden daha uzun boylu olan arkadaşının devamlı söylediği “popülizmin” en koyusunu yapmaktan başka bir şeyle uğraşmıyor.

Bir de...

"Dünyanın efendileri” olarak bilinen Siyonist sermayedar-siyasetçilerle tam bir işbirliği yapıyor.

Şurasını görmek lazım, Bilderberg Grub’a katılma “şerefine nail olmuş” AKP’nin önünü, diğerlerinin kesmesine imkan verilmiyor artık.

AKP’nin "almış olduğu güç” ve “tedbir” SADECE VE SADECE BU..

Bunun içindir ki, AKP sorumlusu Dengir Mir Fırat, MGK Gnl. Skrt.’nin yaptığı “uyum paketi itirazı”nı rahatlıkla ve edebsizce eleştirebilme ve hatta hadde çağırma yapabiliyor.

Bu mümkün müydü?..

MGK Gnl. Skrt. söz söyleyecek de, bir Parti temsilcisi bunu eleştirecek!!!

Kıyamet kopar ve etraf “andıçlardan” geçilmez idi, ESKİDEN...

Şimdi olmuyorsa, OLAMIYORSA, bunun İÇ DİNAMİKLERDEN kaynaklanmadığını, milletin sırtında senelerce boza pişirenlerin şimdi atmaya başladıkları vaveylanın şiddetinden anlamak lazım...

Burada dikkat edilmesi gereken bir husus, "maddi kıymetlerde/enstürümanlarda” olabilecek “oynamalar"...

Bu iki taraf içinde "işaret” olarak değerlendirilecektir.

AKP hükümetinin, memleketin "huzur ve güven ortamı” içerisine girmesinden faydalanarak bir ERKEN YEREL SEÇİME GİTME kararı aldığından bahsediliyor.

Nemaların ödenmeye başlaması da bunun bir delili olarak gösteriliyor.

Hatta ortaya atılan “Pişmanlık Yasası”nın da bu yönde bir “atak” olduğu iddia ediliyor.

Ama Kürdistan cihetinden gelen "ne yaptık ki pişman olalım ve af dileyelim!” itirazlarına hemen kulak verip, kanunun ismini “Huzur Yasası”na dönüştürebileceklerini söylemeleri, bu niyetlerini daha da ciddileştiriyor.

Söyler misiniz, bir Genel Af’la siyasi mahkumların hepsinin serbest bırakıldığı bir ortamda, kim tutar AKP’yi?..

Hatırlayanlar, genç olanlara Turgut Özal’ın çıkardığı 1991’deki “Şartlı Tahliye Yasası” ile 141-142-163. maddelerinin iptalinin meydana getirdiği “huzur ve güven ortamını” anlatsınlar; ömrü vefa etmemişti ama bu “rüzgarı” kullanmanın yollarını da bulmuştu. “Federasyon” demeye, Bekaa’ya “adamlarını” yollamaya ve “sabretsin, bu işi de (APO’nun Kürdistan meselesi!!!) halledeceğiz” demeye başlamıştı.

İşte AKP, “rötarla” bu “rüzgarı” yakalamaya çalışıyor ki, iç ve dış şartlar onun “yanında” sayılabilir.

Eğer AKP hükümeti şu şartlar altında yerel seçime giderse, şu anda belediyelerde varolan gücünü daha da arttırması kuşkudan uzaktır.

Bu ise; hem Meclis’te hem de Belediyelerde bir "uyum" ve bir memleket için en uygun idari şart/durum olarak gözükse de, vaveyla kopartanların hiç de istemeyecekleri bir ortamın oluşması manasına gelir.

Yukarıda “hükümetin artıları” olarak takdim edilen unsurlara, bir de hükümet partisine geçmiş belediye avantajından (köylerin ilçe, ilçelerin il yapılması; hele ki bu hükümet için çalışan Köprülülerin Vezirköprüsü’nün muhakkak il yapılması!) faydalanmak isteyenlerin oylarıyla, zaten çöplerin zamanında toplanması, yolların işlek hale getirilmesi yanında ister stabilize ister asfal olarak arttırılması, kanalizasyon faaliyetlerinin tıkır tıkır işletilmesi faaliyetlerinin de “memleket evladının” gönlünü okşayıcı olduğunu dikkate alır ve “artı” olarak değerlendirirsek, bu durum hep söylenilen DP-ANAP devrinden de daha büyük bir TEK BAŞINA HÜKÜMET faktörünü gündeme getirecektir ki, bu HÜKÜMETİN, İKTİDAR OLMAYA doğru yolalmasını kim engelleyebilir?..

Yukarıda gösterdiğimiz sebeblerden ötürü “rahatsızlanan” Kemalistlerin de bu manzara karşısında, tıpkı SSCB’den Bağımsız Devletler Topluluğu’na geçişte Komünistlerin başına gelen hal gibi SESSİZCE ÇEKİP GİTMELERİNİ kimse engelleyemez!.

Açık olmak gerekirse, şimdiki durumda kimse de Kemalistlerin çekip gitmesine “vah vah vah!!!” DEMEZ!.

ANALİZ; “DÜŞMAN DIŞ MİHRAK”

Burada bir analiz yapıyoruz.

Görülen o ki TÜRKİYE SİYASETİNE ÇEKİDÜZEN VERİLMEYE VE KILÇIKLAR KOPARTILMAYA VEYA TÖRPÜLENMEYE ÇALIŞILIYOR.

Fakat bir ülkenin "iç siyaset alanını”, HARİCİ GÜÇLE dizayn etmek mümkün mü?..

"Bilimsel" olmak gerekirse, "deneyler" (bkz. SSCB’den BDT’ye, Yugoslavya Halk Cumhuriyeti’nden Federasyonlaşmaya, TC’deki Tek Parti’den Çok Partili Sisteme geçiş ve 12 Eylül’den ANAP iktidarına geçiş sürecleri vesaire) bunun ARIZASIZ pek mümkün olamadığını gösteriyor.

Bir geçiş yapılıyor ama sorunlar çığ gibi büyüyor.

Denilebilir ki, heryerde böyle olmuyor ve sizin bahsettikleriniz "arizi" örneklerdir.

Türkiye, birilerinin dediği gibi “muz cumhuriyeti” değildir; evet, yönetim bakımından benzerlikleri varsa da jeopolitik ve jeostratejik nitelikleri, onu bu görüntüde görenleri aldatır.

Türkiye, bulunduğu mevkii bakımından ÇOK ÖNEMLİ bir noktada durmaktadır ve bazı çok bilmişlerin dediği gibi, “Irak’tan sonra Jeopolitik ve jeostratejik ve hatta jeoekonomik önemi azalmıştır!” sözü, bu insanlardaki beyin kudretinin azalmasının bir örneğidir sadece; tam aksine esas şimdi bu üç jeo...’sunun kudreti ve kuvveti artmıştır.

Bir BDT’den, YHC’den çok daha önemli bir mevkiiyi işgal etmektedir ve esas sorun da işte bunun için çıkmakta ve “ARİZİ DURUM” denilen hal de bunun için kuvvetle muhtemel ve ötekilerden daha ŞİDDETLİ olarak gündeme gelecektir.

Yukarıdan beri yazdıklarımız “plana dair”dir.

Bu "plan"ın ortaya konuluşu da, o kadar çok karışık düşüncelerin harmanlanmasından sonra olmamıştır.

Karışıklık, planı flulaştırmak için atılan birtakım “oltalar”dan oluşmaktadır.

Neticede "savaş”ın tanımı Kılozviç’e kadar da öyleydi, ondan sonra da öyledir, “düşmanın iradesini teslim almak”; atılan “oltalar” bu teslim alınmanın kolaylaştırılmasına yönelik ve basit gerçeği gizlemek içindir.

ABD-İsrail ekibi, şu Türkiye’yi kendimize bağımlı ama eskisinden de bağımlı ve tam olarak bir askeri üs haline getirip, bölgenin “merkezi” olarak ve Ortadoğu’ya oradan hükmetmek ve böylece de 1000 yıllık bir “islam devlet geleneği” olan devleti ve insanları, bölge insaniyle düşman haline sokup, “terör ve savaşı” kendi topraklarından uzak ama zenginliklerini yakın kılmak için elinizden ne gelirse yapın, diye adamlarına direktif vermiş!

Tabiatiyle yapılması gereken de iktisadını, siyasetini ele geçirmek.

Bu yapıldı.

Askeriyesini ele geçirmek; bu ise "uzaktan kumandalı” ve gerektiğinde düşürülerek gözdağı verdirilen F16’lılariyle, eski silah deposu haline getirilmiş mühimmat deposuyla ve Florida’da eğitilmiş General ve Albaylariyle bu da yapılmıştır.

Gerisi, bu senaryonun tatbikinin "tatlı sert” metodlarla pratize edilmesinde ve “flulaştırılmasına” kalmış.

Anlaşılacağı üzere, amaç, “düşmanın iradesini teslim almak”...

İrade...

Bir insanın evini ve elbiselerini ve giyeceklerini hatta yiyeceklerini dahi haczedebilir, elinden alabilirsiniz ama ondaki iradeyi teslim alamadığınız müddetçe -ne için haczettiniz ise o- korkularla yaşamaya mahkumsunuzdur ve neticede de bu iradenin “yandaki eve” taşınması sözkonusu olabilir.

İşte ABD-İsrail ekibinin şimdi yapmaya çalıştığı -daha doğrusu iki senedir yapmaya çalıştığı- da bu...

İçerideki “iradeyi” teslim almaya çalışıyor.

ABD-İsrail ekibi, güçlü bir ekib...

İktisad ellerinde, iktisadi enstürümanları kontrol edenler ellerinde...

Siyaset ellerinde ve siyaseti kontrol edenler de ellerinde...

Askeri güç (silah, mühimmat) ellerinde...

TC ise bu üçlü kuşatmanın tam göbeğinde ve kıpırdayamaz halde...

Şehirleştirilmiş, kapitalistleştirilmiş “büyük kent insanı” ile bunların taşradaki temsilcilerinin varlığı, “aş ve iş derdinde” olan insanımızı, bu üçlü kuşatmayı yarmaya kalkışacak olanlara karşı ellerindeki ‘enstürümanlarla” kolaylıkla yönlendirebilir ve böylece de altedebilir veya engelleyebilir...

ABD-İsrail ekibinin “planı” şu şartlar içinde tıkır tıkır işleyecek gibi gözüküyor.

Peki Türkiye bu kadar kolay havlu atabilir mi?..

Daha doğrusu, Türkiye siyasetinin -Devletteki- FAAL AKTÖRLERİ bu kadar kolay bu planı kabul edebilirler ve kendi darağaçlarını kurabilirler mi?..

Darağaçları ifadesi, “mecazi” olarak değildir; Mustafa Kemal’in de bir İttihatçı olduğunu düşünürsek, yukarıdan aşağıya örgütlenen Kemalist devrimin ilk günlerinde bu işi yapanların çoğunun İttihatçı olduğunu gözönüne getirip, daha sonradan kendine “yeni dostlar” (veya ezel ebed dostlar!) bulan Kemal’in bu İttihatçıları İzmir Suikasti’ni vesile göstererek astırmasını, suikastlerle alaşağı etmesini, sindirmesini veya “150’likler” ile kapı dışarı etmesini hatırlamak gerekir.

Türkiye şimdi bu “düzenlemeden” daha da büyük ve önemli bir RESTARASYON hatta bir manada da DEVRİME GİDERKEN, AKP Hükümetinin, ardındaki güçlere dayanarak bunları yapmaması mümkün mü?..

O halde, "devrimin, kansız ve sancısız olmayacağını” söylemek literatüre uygun konuşmak olur.

"Devrim"i gerçekleştirmeye çalışan ABD-İsrail ekibi, içeride AKP’yi destekliyor.

Bir "dış mihrak-destek” mutlaka mevcut yani..

ANALİZ; “İKİNCİ DIŞ MİHRAK”

Peki bu "devrime" karşı çıkanları, mesela şu “rahatsız olanları” kim destekliyor?..

Veya destekleyebilir?..

Açıkça yazmak gerekirse, “sadece mikrobluk olsun, pislik olsun!” diye desteklenecek bir ekib varsa eğer, o da işte bu “rahatsız” olanlardır.

Yani bir "dış mihrak” tarafından desteklenmeleri O KADAR ZOR!.

Üstelik, bunların “vakıflar” meselesi yüzünden ve çağı anlayamadıklarından ötürü söyledikleri sözler ile KAFA YAPILARI açısından bunlara kimsenin bir destek vereceğini söyleyemeyiz. Bunlar, ancak ve ancak desteklenecek “tali unsurlar” olarak düşünülebilir...

Yani bunların DEVİRLERİ KAPANDI VE BİTTİ GİTTİ; bu, bu kadar kesin, net!.

Peki bu devrime engel olmanın kendi faydasına olduğunu görebilecek ve faaliyette bulunabilecek dış destek neresi olabilir?..

Kuşkusuz ALMANYA.

Almanya da, yukarıda söylediğimiz sözleri tasdik edercesine (bugün) hamleler yapmaya başladı; “Kara Ses’in oğlu” diye buradaki “rahatsızlarca” mimlenen Metin Kaplan’ın iade işlemini reddeti. (Bu reddediş, isterse sonradan geriye alınsın, bu bir siyasetin, yönelimin göstergesidir.)

Bu, Alman dış politikasındaki bir “dönüşümün” öncüsü olarak görülebilir ve artık kendisine “mihrak” olarak nereyi aldığını da gösterebilir.

Şartların tahlili, neticenin de doğru olmasını ortaya çıkarır.

Şartların “objektif” tahlilinde, hissiyata veya garazkarane düşüncelere yer yoktur ve bunların katıldığı miktarda da doğru tahlil ve doğru neticeden uzaklaşılır.

Almanya, 1850’lerden itibaren bu coğrafya ile “ilgilenmeye” başlamıştır. Zorunlu intikalara uğrasa da bu “ilgi”, (bizde olmayan!) bir devlet politikası haline gelmiş ve her toparlanmadan sonra doludizgin devam etmiştir.

ABD’nin özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra sergilediği oyunların tümü Almanya’nın bulduğu, dünyaya armağan ettiği argümanlardan müteşekkildir. (Hatta ABD politikasının beyni olan Kissinger da bir Alman’dır; daha da ileri gidersek, şahinlerin tümü “eski Alman” (Polonya, Almanya’dır.) uyrukludur.)

Alman dehası, ABD’nin pragmatik zekasından daha “insaflıdır” ve daha “kitabi”dir, denilebilir.

Almanya da artık bu topraklar üzerinde Kemalizm gibi “dinazorluğun” işinin olmadığını görüyor.

"Milli Görüş”ü “Şeyhülislam”lık makamında kabul etmesi bir nevi “yedek akçe” hüviyetinde düşünülmelidir. ABD bile bu işleme çok sonra Fetullah Gülen’e el atarak başlamış ama onun fazla “uçuk” vaaz ve görüşleri sebebiyle halka inmede tıkanmıştır.

SONUÇ 1: SAHTE İSLAMİ DEVRİM GELİYOR

İşte AKP’nin “İSLAMCI DEMOKRAT” veya MUHAFAZAKAR DEMOKRAT” (bunun Batı literatüründeki karşılığı “hıristiyan demokrat”tır ve tabiatiyle “müslüman demokrat” ile eşdir.) olarak çıkışının ve desteklenmesinin arkasında da bu sebeb yeralmakta.

RT Erdoğan’ın “külhanbeyi” edaları, Anadolu insanının suyuna gitmektir; A. Gül’ün “efenime” tavırlariyle de bu dengelenmekte.

Analiz, bize bu ülkenin bundan sonraki devrinde "koyu laik" bir idarenin bulunamayacağını, 11 Eylül’den sonra ve özellikle Irak saldırısından sonra kesinlikle İSLAM REFERANSLI İDARENİN TESİS EDİLECE⁄İNİ ortaya koymaktadır.

Mesele veya sorun da burada...

Bu ülkeyi 150 veya 80 senedir ellerinde tutan zihniyet ve onların beynini bulandırdığı “yeni yetmeler”, buna razı olacaklar mıdır?

KİMSE “EVET” DİYEMEZ BUNA!.

Buna "evet" diyememenin bir sebebi de başlatılan (“başlatılan diyoruz, çünkü bu zaten İslamcılar arasında herdaim bilinen bir husus idi ama birileri “şimdi keşfettiler”!) SABATAYİSTLER tartışması ve Prof. Yalçın Küçük’ün “bizim mahallede” dolaşması...

SONUÇ 2: KEMALİZM İSLAMCILARLA İTTİFAK ARIYOR

Sabatayistlerin devlet kadamesindeki etkisi, basın ve iktisad, siyaset sahnesindeki etkisi bilinen bir gerçek. Tabiatiyla Prof. Yalçın Küçük bunları “deşifre” ediyorsa, bunların tesirlerini bilerek bu faaliyetini ortaya koyuyor ve bu sözlerine, faaliyetine kimlerin alkış tutacağını da kestiriyor olmalı...

Sözlerinin "boyalı basın”da bir yankı uyandırmayacağını biliyor; yankının nereden geleceğini biliyor.

O bildiği gibi, onu “yollayanlar” da biliyor.

Şimdi bu Profesör, 28 Şubatın “sivil mimarları”ndandır ve “alkışlamıştır”.

Ama "Şubat 2001’den itibaren 28 Şubatçılar tasfiye edildiler ordudan!” diyor ve başlıyor Sabatayist deşifresine...

İyi de bu 28 Şubatçıların ülkeyi içine soktukları “borç batağı”, “hortumlama” ve siyasi çıkmaz, hele ki bütün lider kadrosunun SABATAYİST olması ortadayken, bunu nasıl yapabiliyor?..

Sebebi, "objektif" değil, “subjektif teviller”...

Bütün bu tevillerin ardında yatan sebeb ise, SIKIŞMA...

Avamca söylersek, KEMALİSTLER, İSLAMCILARA İTTİFAK TEKLİF EDİYORLAR; SONRADAN KESMEK ÜZERE!..

Bu, hayatı, dünya ve ülke siyasetini iyi analiz edememenin bir neticesi ve TABİİ Kİ, kimseden de bir “el” uzatıldığını göremezler böyle giderlerse...

Yukarıda bahsettiğimiz “İttihatçı temizliği”nin yaklaşması ve böyle giderlerse, böyle ahmakça hareket ederek -avamca, “gaza gelerek”- bir “darbe”ye kalkışırlarsa ABD-İsrail ekibine bunları darağaçlarına kolaylıkla çekmelerinin vesilesini de vereceklerdir.

Kimse itiraz etmesin ama mevzu böyle neticelenecek gibi...

SONUÇ 3: DEVRİM, İSLAM BAYRA⁄INI KARŞISINDA GÖRECEKTİR

Buna Kemalist ahmaklar izin verseler de müslümanların izin vereceklerini sanmıyoruz.

ABD-İsrail ekibinin dizayn etmeye çalıştığı bir Türkiye, hem bu ülkeye hem bölgeye hem de Dine ihanet düzleminde planlanıyor.

Bu ülkeye ihanet; bütün zenginliklerinin (Maliye Bakanının ifadesiyle, “bütün büyük şirketleri, yabancılara satmayı planlıyoruz.”) yabancılara peşkeş çekilmesi, zenginin daha zengin fakirin ise umut peşinde koşturulması ve topraklarımızın dünyanın merkezi coğrafyasının denetlenmesi için “askeri üs” haline getirilmeye ve içerideki “gerçek müslüman unsurlara” karşı bu sahte demokrat müslümanların gözetiminde kıyım ve zindanın tercih şıkları olarak dikilmesi planlanıyor...

Bölgeye ihanet; yukarıda ülkemiz için söylenen herşeyin aynısının tüm bölge ülkeleri için planlanması sözkonusu...

Dine ihanet; bu gelecek "dinin" İslam’la bir alakası olmadığı apaçık ortada...

O halde, örgütlenmesi gereken direniş cephesinin, İSLAM BAYRA⁄I altında olması kesin...

Planlayıcılar, bu plana karşı çıkan dış mihrak’ın ana “aleti” ve planın üzerinde oynanacağı coğrafya ve insanlarının dini İSLAM olduğuna göre, bundan kuşku duyulmamalı...

(Siyonist amaçda "Tek Din"e geçiş için, bu ülkede muhakkak “İslam”ın olması ve onun da “yamultularak” sözü edilen amaça gidilmesi mevzubahstir ve artık son evredeyiz; bunu döndürmenin, yani İslam dışında bir ideolojinin iktidarını bayrak edinmenin mümkünatı yok.)

ABD-İsrail ekibinin planlarına karşı çıkanların bunu GÖRMELERİ gerekmektedir.

Bu noktada İslam’dan “huy kapmanın” da lüzümu yoktur.

Bin sene bu coğrafyada İslam hakim olmuştur ve bu toprakları gerektiği gibi muhafaza ve müdaafa etmiştir.

Yani bu ülkede eğer bir DİRENİŞ teşkilatlandırılacaksa, bunun LAİK OLMASI MÜMKÜN DE⁄İL VE KEMALİST OLMASI İSE ASLA VE KAT’A MÜMKÜN DE⁄İL!.

Bunu görenlerden birisidir Prof. Yalçın Küçük.

28 Şubatlarda söylediklerini şimdi unutmuştur ve hayırlı bir yapmıştır ama bu sefer de “İsmet Paşacılık” yapma hatasına düşmektedir.

Maddesi ve manasiyle sağır olan İsmet Paşa’nın Kemal’den de beter bir İslam düşmanı olduğu ve Kürümoğullarından bir Yahudi kanına sahib olduğunu unutmamak gerekir; onun devrini gören babalarımız, dedelerimiz hakkındaki düşüncelerini bizlere nakletmiştir ve Prof. Yalçın Küçük’ün 2. Dünya Harbi’ndeki konumu yüzünden onu “bağımsızlıkçı” olarak biryerlere yükselmesine lüzum yoktur.

ESAS NETİCE: CEPHE İHTİYACI

«- İnönü (Mustafa Kemal’e) yüzde yüz itaat üzere kendini kurmuş birisiydi. Mustafa Kemal’in düşünce sistemi dışına çıkmayı düşünmeyip zaten (bunu) düşünmedi. Mustafa Kemal öldükten sonra da hiçbir iş beceremedi. »

Bu sözler, yıllarını SİSTEMİN BEKASINA vermiş, TSK içinden çıkmış, kuvvetli analizler yapan ve “milliyetçi görünümlü” Ferruh Sezgin’e ait.

Ferruh Sezgin, Cumhuriyetin kuruluşunu “iyi tahlil” eden bir stratejist.

İstiklal Savaşı’nda hatta 1. Dünya Harbi’nde “memleketin gerçek evladı entellektüellerin yokedildiğini” söyleyip, Cumhuriyet’i kurarken üç grubun, Türkçü, İslamcı ve Sabataycıların “hakimiyet kavgası” verdiklerini söyleyip, MUSTAFA KEMAL’İN, “TÜRKİYEYİ İSLAMDAN UZAKLAŞIRIP, DİNSİZLEŞTİRİP YÜZDE YÜZ BATIYA ANGAJE ETMEYİ VE DOLAYISIYLA İLK HAÇLI SEFERİNDEN BERİ BİR TEHLİKE OLAN TÜRK-İSLAMI GELDİ⁄İ YERE YANİ ASYAYA GÖNDERECEK” BU SABATAYİST GURUBA DESTEK VERDİ⁄İNİ söylüyor.

Ferruh Sezgin, böyle gördüğü “Atatürkçülük” hakkında da bakın neler söylüyor:

«- BENİM DÜŞÜNCE SİSTEMİN İÇİNDE ATATÜRKÇÜLÜ⁄ÜN ÖZEL BİR YERİ YOK. Stalinizm, maoizim, leninizm gibi marksist ekoller nasılki marksizmin sonunu getirmişse aynı şekilde Türk-İslam sentezi, ülkücülük, atatürkçülük gibi milliyetçi ekoller de sonuç olarak Türk milliyetçiliğinin sonunu hazırlamak üzere iş görmektedir. Bu tür parçalanmalara karşı olduğum için GÖZÜMDE ATATÜRKÇÜLÜ⁄ÜN YERİ YOK. Atatürk de bir türk milliyetçisidir ve Türk milliyetçiliğine farklı bir yorum getirmiştir.»

Ferruh Sezgin’in yazılarını yayınladığı yer Türkçü çevreler; “Büyük Kurultay”da yazıları yayınlanıyor sıkça.

Net yazmak gerekirse, yukarıdaki sözler, Prof. Yalçın Küçük’ün yazdıklarından daha “sıcak”; daha “net”...

"Atatürk’ü, tarihin tozlu raflarına bırakılım!”

Bulunduğu çevre itibariyle bunu diyemese de şimdilik, son tahlilde geldiği nokta burası...

Çözümlemesi de güzel; "TÜRKİYEYİ MİLLİ MÜCADELEDEN BERİ HAİNLER YÖNETİYOR.”

Ferruh Sezgin’in bu sözleri "sıradan bir stratejist” olarak söylemediğini zannediyoruz. Bu sözlerinden sonra hakkında “asalım... keselim...” lafları çıkmadığına göre, “en duyarlı kurum”un “andıçları” yollanmadığına göre, “EN DUYARLI KURUM İÇİNDE DE YERİ VAR!”

Devam da ediyor Ferruh Sezgin; yukarıda söylediği sözlere TSK’nın ses çıkartmamasını şöyle yorumluyor:

«- TC’NİN KURULUŞUNDAN BUGÜNE BÜTÜN OLUP BİTENLERDE ROL OYNAYANLARIN YA DA SESSİZ KALANLARIN TUTUMUNA HAİNLİK DEMEKTEN DAHA UYGUN DÜŞEN BİR KELİME YOK GİBİ.»

Ferruh Sezgin (ve onun gibiler), belli bir şahsı “putlaştırmaktan” uzak insanlar; onların tek bir derdi var, VATANIN BA⁄IMSIZLI⁄I VE TÜRKÜN İSTİKLALİ.

"Türkün istiklali"...

Mülakatında söylediği (ve bizim buraya almadığımız) onca “ağır sözlerine” nazaran şunu söyleyebiliriz ki, “Türk”e bakışı da, “Türkçülüğe” bakışı da zannedersem, Ziya Gökalp ve Zwi Tekinalp’le başlayıp, Alevi ve Zwi dostu Alpaslan Türkeş’le devam edip, onun dahi “ajan... güvenilmez şahsiyet” dediği Devlet Bahçeli ile devam eden (şimdi de galiba, Avsamcı Darbeci çocuğu ile devam etme ihtimali mevcut.) “YOZKURTÇU” anlayıştan FARKLI...

İBDA MİMARI MİRZABEYO⁄LU’nun söylediği, “FİKRİMİZİN TECELLİ PLANI OLARAK SEÇTİ⁄İMİZ MEKAN İSMİ ANADOLUCULUKTUR!” ifadesi, Ferruh Sezgin’e ve onun gibilere ESASTA çok şeyler anlatmalı...

Ferruh Sezgin, bu sitede yayınlanan yazılarda çokça bahsedilen ve Üstad Necip Fazıl’ın “İdeolocya Örgüsü-Tarih Muhasebesi” kısmında izah ettiği “TÜRKÜN ANADOLUYA HAPSİ” meselesini de Lozan’a yönelik yaptığı analizde KABUL EDİYOR ve “Türk, sıkıştırılmıştır!” diyor.

Çok güzel!.

Ama sıkıştırılma meselesi, 80 senelik bir mesele ve bunu devamlı söyleyenler varken, “devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü... son türk devletinin bekası...” gibi ifadelerle bunu “görmediniz” ve ŞİMDİ GÖRDÜNÜZ; çünkü “siz de” sıkıştırıldınız.

O halde soru şu:

NE YAPMALI?..

Bir "ideal", bir "sembol" ihtiyacı, YENİDEN MİLLİ MÜCADELE için elzem şart; bunu kimse inkar edemez...

Var mı Ferruh Sezgin de veya “rahatsız olanların” temsilcisi Prof. Yalçın Küçük’te?..

Yok!..

Sadece bir "slogan" mevcut ve o da "göz kırpma” ve Prof. Yalçın Küçük’ün söylediğidir:

«- BİZ BURAYI BİRLEŞİK DO⁄U DEVLETİ HALİNE GETİRECE⁄İZ .AVRUPA BİRLİGİ’NE, DİGERLERİNE KARŞI BU HÜLYANIN PEŞİNDEYİZ. »

Prof. Yalçın Küçük’e şöyle sormak gerekiyor:

NASIL?.. NEYLE?.. KİMLE?..

"Sarı Paşa” ile, “Sağır Paşa” ile mi?..

Bu halkın cevabının ne olacağı bellidir bu iki “SS Paşa”ya..

Ama...

Yaklaşıyorlar...

"Birleşik Doğu Devleti”, hülya içindeki ve ne yaptığını bilmeyen ve ardından da tepelenen İttihatçıların” serabı; üstelik bir “ideal” gibi yutturulan (Selanik Localırının tesiri) Türk’ü Asya’ya, geldiği yere “gönül rızası” ile kovmanın kılıfı!..

İSLAMÎ BİRLEŞİK B Ü Y Ü K DO⁄U DEVLETİ ise, ne yaptığını, niçin yaptığını ve kimlerle yapacağını bilenlerin, an kadar yakın hülyası...

Vatan mı?..

Vatanseverlik mi?..

"Türk" mü?..

"Kürt" mü?..

Hepsi, ANADOLUCULUK kıvamı içinde “eriyen” yerini bulan, haddini aşmayan ve ESAS DÜŞMANA karşı BAŞYÜCELİK DEVLETİ İDEALİ içinde KURŞUNLAŞAN unsurlar...

Önce Anadolu; Anadolu’nun kurtuluşu...

"Türk"ün ve "Kürd"ün kurtuluşu...

Sahte "Kürdistan" veya "Laik Türkistan" içinde değil; 80 senelik “tuzakları” görücü ve bunları YIKICI bir nizam içinde kurtuluşu...

Ardından da “Birleşik Doğu-İslam Devleti”

Sembol mü?..

Üç hilalli Gökbayrak!..

Sembol mü?..

Zalimlere, sömürgenlere, suikastçilere, heykel duruşuyla DİKİLEN “KÖRO⁄LU!..”

İşte Türkiye’nin kurtuluş formülü...

İşte “rahatsızlıkların” geçiriliş formülü...

Gerisi "cehennemin dibine"...


24 Mayıs 2003

(www.doststrateji.cjb.net'den iktibas)


No comments: